Kısa bir süre önce Demirörenlere satılan Hürriyet, Simaviler döneminde merkeze konumlanmış, siyasi haberlerin ancak iç sayfalarda yer bulabildiği bir gazeteydi. Aydın Doğan'la birlikte gazete politikleşti.
Hürriyet, özellikle 28 Şubat sürecinde, Doğan'ın Dinç Bilgin'le birlikte kurduğu kartelde orta sınıfın Pravda'sına dönüştü... Askerlerin yanında seçilmiş siyasi iktidarın devrilmesi için provokatör bir yayıncılığa soyundu.
Fetullah Gülen'in, dönemin Başbakanı Erbakan'a yönelik "Bırakın gidin" mesajını manşetten yayınlayacak kadar cesurdu da.
Kimden korkacaklardı ki? Nasıl olsa patronları çok güçlüydü. Aydın Bey "alemin kralıydı." Tekelci TÜSİAD'ın hoşlanmadığı rekabetçi iş adamalarının linç edilmesi falan zaten çocuk oyuncağıydı. O, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ı pijamadan hallice bir ev kıyafetiyle karşılayacak güce ulaşmıştı.
***
Hürriyet siyasetteki bu etkili pozisyonunu, daha önce
"muhtar bile olamaz" manşetiyle yolun başında gömmeye uğraştığı
Tayip Erdoğan'ın iktidarında da sürdürmeye çalıştı.
Gazetenin magazin yazarlarına bile siyaset yazmaları için
celp çıkarttığı
o günleri hatırlarsınız.
Sosyetemizin defilelerde
Swarovsky taşlı gaz maskeleriyle politik mesajlar verdiği Gezi günlerinden bahsediyorum.
Ne günlerdi ama... Gazete'nin
siyasete konan Kelebek ekindeki stil
yazarları, köşelerinden
Marx'ın sakalını sıvazlıyordu... Paris Komünü'nü
çok yanlış anlayan
sonradan gurmeler,
akşam Cihangir'de toma taşlayacak
yoldaşları, öncesinde Nişantaşı'nda bir
"drink almaya" davet ediyorlardı.
***
Evet, geçti o günler. Aydın Bey baktık ki
Hürriyet artık hükümetleri vuramıyor, sattı kurtuldu. Üstüne de
800 milyonu koydu cebine...
Gazetenin kıvrak "
kalan sağlarıysa" magazine yelken kırmakta gecikmediler.
"Ne güzel, hiç olmazsa eğleniriz" diye sevineceğim ama
tadı yok.
Zira siyaset yorumları
neyse, magazinleri de
o.
Zekâdan eser yok, ukalalığınsa "bini bi para." Tek
motivasyonları linç hevesi.
Dün de baktım, gazetenin magazin yazarı
Cengiz Semercioğlu, zıpkınla vurduğu balıkla poz verip İnstagram'dan Kurban Bayramı'nı kutlayan ünlü bir oyuncuya kendisine ayrılan yerden parmak sallıyordu. Başarısıyla şık bir şekilde övünen genç adama
Ayı avcısı Cem Boyner muamelesi çekiyordu:
"
O zıpkını yavaşça yere bırak Çağatay Ulusoy" üç nokta.
Çünkü Cengiz beye göre zıpkınla balık avlamak büyük suçtu. Görgüsüzce olduğu kadar,
vahşiceydi de...
Şimdi kalkıp bu arkadaşa "
İsa değil Musa, sopa değil asa, dere değil Kızıldeniz" mi diyeceğiz...
Zıpkınla avlanmanın
en centilmence metotlardan biri olduğunu... Av
yasağının
amatör balıkçıları kapsamadığını... Aynı zamanda
zor bir spor olan bu etkinlik üzerinde
kalem oynatmak için
suda çimme beceresine
sahip olmanın yetmediğini... Ya da
ne bileyim ucunun sivri olduğunu, bir
yerimize batabileceğini falan mı anlatacağız?
Hani nerde kaldı bizim magazin zevkimiz... Magazin gazeteciliği bu kadar ucuz mu?
Bayram bayram magazin konuşalım, eğlenelim dedik,
yine dertlendik iyi mi?