Yaşadığım şehre penceremden bakarken çok zaman aklıma aynı soru geliyor...
İçinde yaşadığımız bu binaları inşa eden "anlayış", yanı başımdaki şu evi yüzyıl önce yapan "uygarlığın" gerçekten devamı mı? Bir kez o estetiği yakalayan, nasıl olur da böylesine bir çirkinliğine "geri dönebilir?"
"Araya" bir şey girmiş olmalı... Büyük bir çöküş, kolektif bir travma vs...
Evet, az şey yaşamadık ama yine de durum mantıkla izah edilecek gibi değil.
Eminim ilerde arkeologlar da, hangi mimarinin daha eski hangisinin yeni olduğunu yorumlamakta zorlanacaklardır.
"Aman, bu yoğun Dolar, seçim gündeminde senin kafa yorduğun şeye bak" demeyin.
Zira epeyce bir süredir kuru siyasi çekişmelerin gürültüsünde asıl olanı, gerçek hayatımızı unuttuk.
Kamusal alanımızı, nefes alamadığımız kentlerde tabutu andıran çirkin binaların yuttuğunu... Kaçtığımız özel hayatımızın ise yüksekliği iki metre tavanın altında ezildiğini...
Bu sıkışmışlıktan daha önemli meselesi olabilir mi insanın?
Kaldı ki bunlara kafa yormak siyasetten uzaklaşmak değil, aksine siyaseti belirleyen asıl aktöre yakınlaşmak.
Keşke "hayata dokunmayı" "millet aç, aç" diye bağırmak sanan siyasiler de biraz bunu görebilseler.
Örneğin, dün seçim beyannamesini açıklayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın dev park projesini duymak bile soluğumuzu açtı.
"Atatürk Havalimanı var ya millet bahçesi olacak. Mevcut havalimanını dev millet bahçesi haline getirmek suretiyle artık şehrin merkezinde millet bahçesi olsun. Müjde, İngiltere'nin şuranın şöyle bahçeleri var bizim de var diyeceğiz. 29 Ekim'deki açılışla birlikte burada yoğun çalışmalar başlayacak. Ankara'da eski statların yeni statlara dönüşmesiyle elimizdeki büyük alanları buna dönüştüreceğiz. İstanbul'da ilginç olan yerlerden biri de Maslak'ta. Orasını da yine millet bahçesine dönüştürelim istiyoruz.
Bu müjdeler fena değil." Fena ne kelime, harika!
Çünkü bize şimdi en çok lazım olan bir nefes...