İlerleyen zamanlarda, 16 Temmuz sabahı sokakta engellenen askeri kalkışmanın nasıl bir planın parçası olduğu tüm yönleriyle anlaşılacak.
O gece bu halk devrimine katılanlar sandıklarından daha büyük tehlikeyi savuşturduklarını görüp daha da övünecekler.
Bugün FETÖ tehlikesinin farkında olan ancak 15 Temmuz'a dair kafasında yerine oturmayan taşlardan ötürü, darbeyi savuşturan bu kahraman halkın coşkusuna ortak olamayanların da mahcubiyeti büyüyecek.
15 Temmuz'da başka bir plan için sokağa çıkan ancak umduklarını bulamayınca bulduklarına şapur şupur yumulanlardansa şimdilik bahsetmiyorum...
Zira hep söylediğimiz gibi, 15 Temmuz'da amaç askeri darbeyle ülke yönetimini ele geçirmek değil, ülkeyi işgale açık hale getirmekti.
Çünkü Fetullahçılar da biliyordu, Türkiye'nin batıya teslim olmasının önündeki Erdoğan engelini 'halletmeyi' başarsalar bile ülkeyi yönetemeyeceklerini...
Öyle ya, siyasi görüşü ne olursa olsun bu ülkedeki namus sahibi hangi vatandaş birkaç bin asker kılıklı "ajanla" Türkiye Cumhuriyeti yönetiminin gasp edilmesini içine sindirebilirdi ki?
Sindirmediler de... Anadolu için basit olan bu gerçeği bildikleri için ordudaki Fetullahçı ajanları, şunu bunu artık bildikleri kim varsa manipüle edip ortalığa saldılar.
Ardından nasıl olsa ABD kontrolündeki PKK-YPG de bu fırsatı kaçırmayacaktı.
DEAŞ ve diğerleri de... Ortalık fena karışacaktı yani hesaplara göre.
Ve planın finali işte o zaman gelecekti, yani 15 Temmuz'dan sonra!
NATO ya da teslimiyet yıllarında Türkiye ile ikili anlaşmalar yapmış batıdaki bir devletin "sınır ülkesindeki kaotik ortamı" bahane edip vatandaşlarını korumak için 3-4 tümen askerle Anadolu'ya çıkması için 100 yıl sonra yeniden koşullar oluşturulmuş olacaktı.
Nasıl olsa içeride de kendileri adına Türkiye ile doğudan pazarlık eden, tankı görünce arkasına bakmadan kaçan muhalefet liderleri de vardı... Evet, yine 100 yıl önce olduğu gibi...
Ama olmadı. Türkiye liderliği yoğun ve çoğu zaman kişiselleşen diplomatik hamlelerle direndi.
50 yıllık esaretin bir zincirini daha kırdı. 20 Temmuz'da da OHAL kararını almayı başararak karmaşaya son verdi.
Taarruzun büyüğü püskürtülmüştü ama sistem yenilerini üretme potansiyeli taşıyordu. 16 Nisan'da da o son şanslarını denedi işgalciler. Ancak YSK gibi kurumların üzerine benzin döktüğü ateşi sokakta harlayamadılar.
Dünse Türkiye tarihinde darbeleyemedikleri tek lider olan Erdoğan'ın partisine yeniden yasal olarak üye olmasıyla uzun vadede ağır bir darbe aldılar.
Evet, "Üsküdar'da tökezler hiç olmazsa mola verir" dedikleri o atın yürümesine bu kez engel olamadılar... Ama bu yeniden başka planlarla denemeyecekleri anlamına gelmiyor.
Olsun. Zaten hiç bir yurtsever bu topraklarda bağımsız olarak yaşayabilmenin, var olabilmenin zahmetsiz olduğunu düşünmüyor.
***
İlker Başbuğ, Gül ve Erdoğan'la ne konuştu?
Mahmut Övür iki gündür eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un FETÖ ile mücadele üzerine yaklaşımını yazıyor. Dünkü şu satırları da çok düşündürücüydü:
"Başbuğ, çevresine Kozmik oda operasyonunu durdurmak için önce dönemin Cumhurbaşkanı Gül'e gider. Gül'den aldığı; 'Paşam devletin savcılarına güvenmiyor musun?' cevabının yarattığı hayal kırıklığıyla Başbakan Erdoğan'a gider ve kendisini şaşırtan şu cevabı alır:
Keşke daha önce bana gelseydiniz. En güvendiğiniz asker arkadaşlarınızı fotokopinin başına koyun ve asla belgelerin asıllarını vermeyin."