Dün öğle saatlerinde CHP'li Deniz Baykal'ın "başkanlık sistemine destek verdiğine" dair haber ortalığı salladı.
Yıllardır, muhalefete demir atmış CHP'nin iktidara gelebilmesi için başkanlık sisteminin şart olduğunu söyleyen biri olarak heyecanlandım.
"Deniz Bey bu seferki cesur çıkışının sonunu getirirse Türkiye'nin önünden bir kaya daha kalkar" diye geçirdim içimden.
Ancak Baykal ilerleyen saatlerde yazılı bir açıklama yaptı ve Avni Özgürel'e yaptığı açıklamanın "başkanlık sistemi gelirse CHP'nin iktidar şansının ne olacağına yönelik bir değerlendirme olduğunu, CHP'nin başkanlık sistemine karşı direnmeye devam etmesi gerektiğini" söyledi.
Tutarlı adam Deniz Bey. Sağ olsun şaşırtacakmış gibi yapıp şaşırtmayarak sonunda bizleri yine şaşırtmadı!
Gerçi, Cumhuriyet'te falan "karşıyız da karşıyız" sözleri manşete taşınan Baykal, açıklamasında kapıyı tam olarak kapatmadığının da altını çiziyor:
"Ama şunu da hatırlatmak isterim ki, Fransa'da Sosyalist Parti anayasadaki başkanlık düzenlemesine tüm gücüyle karşı çıkmıştı. Ancak başkanlık rejimi onlara rağmen geldikten sonra Mitterrand sosyalistlerin adayı olarak sonraki bir seçimde başkan seçilmiştir. Bu da kulaklara küpe olsun."
Evet, belli ki Baykal parti içindeki dengeleri gözetiyor, oy aldıkları çevrenin bu devrime henüz hazır olmadığını düşünüyor. Bu yüzden de tavrını "bıçak kemiğe dayanırsa hazırlıklı olalım bari" şeklinde revize ediyor.
Ne büyük hata! Çünkü "geliyor o gelmekte olan." Devlet Bahçeli'nin sorumlu tavrıyla beliren referandum ihtimali için yapılan anketlerde halkın çoğunluğu "evet" diyor.
O halde CHP'nin yumurta kapıya dayanıncaya kadar "iztemezük" diye bağırmak yerine şimdiden sürece müdahil olarak sistemin içeriğini şekillendirmesi gerekemez mi?
Keşke bu seferki isyanının hakkını verebilseydi Baykal. Bir büyük olarak, deneyimi konuştursaydı, partisinin elinden tutsaydı. Hem şimdi değilse kim bilir bir daha ne zaman?
Dün bu soruları sormak için Deniz Bey'i aradım, ulaşamadım. Başkanlık sistemi hakkındaki samimi düşüncesini çok merak ediyorum gerçekten.
***
Yumuşak mı sert mi?
Şimdiki sistemin Cumhurbaşkanlığı makamına tanıdığı sınırsız yetkiler için Anayasamızın 104. maddesine bakmak yeterli.
Peki, o halde, mevcut anayasal sistemin Cumhurbaşkanlığı'na tüm kuvvetleri elinde tutma imkânı verdiğinden yakınanlar... Niçin "yumuşak kuvvetler ayrılığı" ilkesine dayanan parlamenter sistemde ısrarcılar ve neden "sert kuvvetler ayrılığı" anlamına gelen başkanlığa karşılar dersiniz?
Anlayan beri gelsin.
***
Yüzde yetmiş sağ, yüzde otuz sol kader değil
Türkiye'de kendini solda tanımlayanlar hep yakınırlar: "Biz hiçbir zaman tek başımıza iktidar olamadık" diye.
"Solcuların" biraz da ülkedeki sorunların sorumluluğundan sıyırmak için dillendirdikleri bu iddia, tek parti dönemini ve Ecevit'in 70'lerde "totale" oynayarak, birazcık da kestirmeden geçerek kazandığı "iktidarı" saymazsak doğru.
Kısacası sandık CHP'ye hakikaten yaramıyor.
Peki, "kim gerçek sol" tartışmalarını es geçersek, Türkiye'deki yüzde 70 sağ, yüzde 30 sol seçmen dengesi nasıl zorlanabilir?
Cevap iki kelime: Başkanlık sistemi.
Şöyle ki, başkanlık sistemi, parlamenter sistem gibi farklılaşmayı değil, uzlaşıyı mecbur kılıyor. Çünkü ana iki kutbu zorunlu kılan sistemde, aşırılıklarından arınıp merkez sola ya da sağa dahil olamayan partilerin iktidar şansı tamamen ortadan kalkıyor.