Olsun!
Zaten olacaklar da. Suriye'deki durumun yakın zamanda düzelmesini kimse beklemiyor. Ayrıca ortalıkta kayıtsız kuyutsuz ve çaresiz şekilde gezinen insanlardansa, sokakta hepimizin sorumluluklarını ve beklentilerini paylaşan kardeşlerimize selam versek fena mı olur? Bu işin bir boyutu elbette. Diğer bir boyutu ise Türkiye'nin bulunduğu coğrafyanın karakteristiği de bu işe uygun. Bu medeniyet tarihin her döneminde çeşitlilikle var oldu. Zenginleşti, güzelleşti. Bir sürü dili, inancı oldu. Kaldı ki "Ben bu ülkede yaşamak istiyorum, sizinle aynı görevleri, kaygıları, talepleri paylaşarak" diyen bir insanoğluna nasıl "hayır" denebilir ki?
Ha bu arada aramızda göçmen olmayan kaç kişi var Allah aşkına?
***
Küs olduğumuzu barışınca anladık
6 yıldır büyükelçi bile göndermediğimiz İsrail'le diplomatik ilişkilere başladık. 7 aydır "küs" olduğumuz Rusya ile de barıştık. Başbakan Binali Yıldırım sırada Mısır ve Suriye gibi aramızın açık olduğu başka ülkeler de olduğunu söylüyor.
"Bu gidişle düşman ülke kalmayacak" diye kaygılananlar olduğunu görüyorum. Tabii bunu açıkça söyleyemedikleri için hafifçe soslandırıyorlar.
İçlerinde en eğlencelileri olanları kuşkusuz "Madem barışacaktınız niye kavga ettiniz" türünden Hürriyet tipi diplomatik analizler. Gördüğünüz üzere onlar üzerine söylenecek çok bir şey yok. Gülüp geçiyoruz.
Kimi ulusalcılar da yaşanan yumuşamadan huzursuz. Atatürk'ün "Yurtta barış dünyada barış" sözünü tekrar ediyorlar. "Döndünüz mü kürkçü dükkânına" diye soruyorlar, sanki Atatürk haklı çıkınca onlar da çıkacak, yobazlıkları unutulacakmış gibi.
Ama Atatürk'ün bu düsturu yedi düvelle savaştıktan sonra "barışırken" söylediğini düşünemiyorlar elbette.
Fethullahçılar ve yabancı devletlerin istihbarat servisleri, fonları vs ile "iyi ilişkileri" olanlar da panikte. Gazetelerinden apar topar istifa edip teker teker yurtdışına kaçıyorlar. E tabii devletler barıştıkça ajanlar boşa çıkıyor.
Özetle, otuz iki kısım tekmili birden, Türkiye küsken dost oldukları ülkelere bir anda düşman kesildiler. Demek barışınca anladılar bir zaman onlara küs olduğumuzu.
İlginç.
***
Derdi hep başka olanlar
Türkiye'nin ilan ettiği "barışma dönemine" itirazları olanlar için daha çok kişisel nedenlerle "dolan" bir grup var ki onlar da oldukça ilginçler.
Bunlar bir grup muhafazakâr yazar, siyasetçi ve akademisyen falan. Gelişmeleri "dava satmak" şeklinde özetliyorlar.
Açık açık değil tabii ki, ima ederek. Çünkü bu söylem ne yaratmak istedikleri imajlarına uyuyor ne de o kadar cesurlar.
"Demek davaları düşmanlıkmış" diye düşünebilirsiniz. Kısmen öyle ama asıl dertleri Davutoğlu döneminde elde ettikleri ayrıcalıkları.
Bu yüzden de Davutoğlu'nun ve döneminin alametifarikası sayılacak politikaların eleştirilmesine şiddetle kızıyorlar.
İstiyorlar ki Davutoğlu'nun gidişi internette kim tarafından yazıldığı bile belli olmayan metin yüzündenmiş gibi algılansın.
İnsanlar arasında bir mağduriyet edebiyatı yayılsın. Yayılsın ki "Kadri bilinmemiş peygamber" pozlarında yazılar yazmaya, dedikodular yapmaya devam edebilsinler. Kimse hak edilmemiş pozisyonlarından, resmi ve sivil fonlardan falan bahsetmesin.
Yani şeker de yiyebilsinler. Kimse kusura bakmasın, doğrularını konuştuğumuz gibi yanlışlarını da konuşacağız partilerin, hükümetlerin.
Çünkü kaybettiğimiz onca şeyden sonra izaha ihtiyacımız var.
Türkiye birbirleriyle kavgalı olan Putin ile Merkel'in arasına dalıp her ikisiyle birlikte kavga etmeyi nasıl başarabildi mesela?
İnsanın aklı hakikaten almıyor değil mi?