28 Şubat davasında konuşan Mesut Yılmaz darbecileri değil Erbakan'ı suçlamış. Yani ona göre, yönetime katılma hakları gasp edilen milyonlarca seçmen, üstelik de kendi seçmeni bunu hak etmiş!
Ünlem koydum ama şaşırdığımdan değil. Zira söz konusu olan siyasi, hayatı boyunca ülkeye, partisine ve kendisine, kim bilir belki de istemeden ama her nasılsa düzenli olarak kötülüğü dokunmuş bir isim. Heyecanlanmama neden olan, Mesut Bey'in yine güldürmeyen bu son çıkışının, yakın siyasi tarihimizi gözlerimin önünde canlandırması.
Bir hatırlayalım. Batı Çalışma Gruplarından, iş gezilerinde yenen yumruklardan falan mafya filmlerini aratmayacak aksiyon çıkar. Ama itiraf edin, başımızın dertten kurtulmamasından da anlaşılacağı üzere biz bu kasabada dram severiz. O halde gelin, Mesut Bey'in ellerinin arasından kayıp giden saadetinin ve başarısının herkes için aşırı acıklı öyküsünün sahnelerine dalalım.
Müsaadenizle, önce fragmanı görelim. Bu hafta, şaibeli ölümün yıldönümünde andığımız rahmetli Özal Köşk'e çıkınca, devraldığı ANAP'ı onun çizgisinden uzaklaştırıp ülkeyi karanlık ve kanlı bir sürecin içine sokan bir lider!
Devlet içindeki çeteler, faili meçhuller, şehitler Türkiye'yi yiyip bitirirken, sanki ülkenin sorunu Özal'mış gibi sağa sola "ben ılımlıyım" boncukları dağıtarak ANAP'ı erittikçe eriten bir yönetici!
Yıllarca, kendisini başbakan yapan ANAP tabanına gazetelerinde, televizyonlarında "takunyalı, köylü" diye hakaret eden Aydın Doğan'a, merkez medyaya seve seve teslim olan muhafazakâr bir siyasi!
Ardından o koltukta "bir şekilde" kalabilmek için, memleketteki liberalizasyonun mimarı ANAP rüzgârına, yani kendi partisine katkı sağlamış gazetecileri birer birer işlerinden kovduran ılımlı figür!
Ne film ama! Sar başa, al mendili, izle izle ağla. Hani dram severiz dedik ya, ona mahsuben.