Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MELİH ALTINOK

Çok da karmaşık değil aslında

Kurumsallaşmış demokrasilerde seçimlerin yaklaştığını yarışa giren siyasi partilerin faaliyetlerinin artmasından anlarsınız. Mitingler, toplantılar yoğunlaşır. Oy alınacak seçmeni ikna için vaatler, projeler havada uçuşur, polemikle artar vs. Bizde ise çok partili hayatın işlerlik kazanmaya başladığı günden beri seçimlerin müjdecisi terör olayları ve sokak kabadayılığıdır. Genelde sandıktan başarılı çıkanlar dışında seçmenin ayağına gitmeye kimse tenezzül etmez. Hatta anketlerde birinci çıktığı halde, seçim yasaklarının son günü bile seçmene bir şey anlatmak için kısık sesiyle miting yapan siyasiler alay konusu olur. Ama halk her seferinde müesses nizamın ve ona ilişik muhalefetin istemediklerini sandıktan çıkartır. Sonrasında gelsin askeri darbeler, muhtıralar.
Ne var ki elinizde ordu, medya gücü, sermaye ve kültür endüstrisi olsa da halkı yenemezsiniz. Dünya bir yana, Türkiye'nin yakın tarihi bu aksiyomun manifestosudur. Bunca deneme yanılmaya rağmen sözünü ettiğim darbe mekaniği son on yılda da epeyce rağbet gördü. Özellikle de Ak Parti iktidarının sandık başarısının rastlantısal değil sistematik bir güzergâhta ilerlediği fark edilince arttı.
İşte Danıştay baskınlarının, Cumhuriyet mitinglerinin, e-muhtıraların, karakol baskınlarının, siyasi suikastların hep seçimler öncesine denk gelmesinin nedeni budur. Sadece geçtiğimiz yılı düşünün. İhracatın rekor kırması, Öcalan'ın tarihi Newroz mektubuyla Çözüm Süreci'nin ilerlemesi ve demokratikleşme paketlerinin iktidara sandıkta yine zaferi getireceği anlaşılınca Gezi patlatıldı. Komplo sonuç vermeyince Cemaat'in 17-25 Aralık girişimi ve montajlı kaset furyası başlatıldı. Gelin görün ki nafile. 30 Mart'ta ve 10 Ağustos'ta sandık başına giden seçmen tercihini dış destekle de tahkim edilmiş onlarca bileşenden oluşan ittifakın lehine değil siyasetten yana kullandı.

Çare yok, kaybedecekler
Yaklaşan 7 Haziran seçimleri öncesi de tablo aynı. İktidarı mümkünse sandığa gitmeden devirmenin bel altı ne kadar yöntemi varsa deniyorlar, destekliyorlar. Ama attıkları her adım yine iktidara yarıyor. Evet, ben de kötücüllüğün, hakkaniyeti yok saymanın dönüp sahibini vuracağına inananlardanım. Ama muhalefetin sözünü ettiğim kısır döngüye hapsolmasını, kronik başarısızlığını izah edecek daha nesnel bir boyut da var. O da çoğunluğun asla ve asla kendi aleyhine karar alamayacağı kuralı. Ve bu ilke, insanlık ailesi demokrasi pratiklerini kullanmaya başladığı günden beri sektirmeden işliyor.
İşte bu nedenle Türkiye muhalefetinin seçimler öncesi medet umduğu terör, sokak olayları ve provokasyonlar arttıkça, ahalinin kahir ekseriyeti merkezin istikrarına daha da fazla yöneliyor. Demokrasi'nin on yıllar önce içselleştirerek bitirdiği bu tartışma ne zaman açılsa, muhalefete akıl hocalığı yapan kibirli entelijansiyamız hep Nazi Almanyası örneğine sarılır. Ancak, halka her "cahil" dediklerinde, Sakallı Celal'in "Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur" vecizesini hatırlatanlar, anakronizmin göbeğinde debelendiklerinin farkında değillerdir.
Zira bütün siyaset kanallarını kapatıp, militarizm ve yargı gücüyle sokağı terörize eden Nazilerin Türkiye'deki muadili, aynı yöntemle iktidarı almaya çalışan destekledikleri muhalefetten başkası değildir. Ana dilde propaganda yasağı gibi pek çok siyaset engelini kaldıran, parti kapatmanın yasaklanmasını referandumla halkın oyuna sunan, rakiplerine sandığı gösteren, medyanın yüzde yetmişinin küfrünü ve hakaretini tolere eden iktidar partisi değil.
İlber Hoca'nın kulakları çınlasın, "Çok cahiller, keşke azıcık halkı okusalar."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA