Geçtiğimiz hafta 27 Nisan 2007 darbe teşebbüsünün dokuzuncu yıldönümüydü... Gülenist darbecilerle haklı mücadelemiz bizlere eski tip darbecilerin iğrençliklerini de unutturmamalı. 27 Nisan gecesindeki o ahlaksız ve hadsiz bildiri benim de bugün medya aleminde olmamın baş sebebidir. 28 Nisan sabahından itibaren öfkeden delirmiş şekilde kendimi askeri darbe ihtimaline karşı eylemlerin ve mitinglerin içinde buldum. Sürekli yazılar kaleme alıp gazetelere göndermeye ve sesimi duyurabileceğim her medya ortamında kafa çıkarmaya başladım. Darbeci generallere karşı haykırmak ve bu haykırışlarımı millete duyurmak istiyordum. Sonrasında bugünlere kadar geldik. Bu arada haftaiçi aHaber'de 27 Nisan'a dair mükemmel bir belgesel izledim. Ama gerçekten mükemmel bir belgeseldi...
***
aHaber bu belgesel işinde yeni bir soluk hatta yeni bir ekol olmaya doğru gidiyor. Hem Haluk Çimen'i hem de muhteşem metinlere imza atarak bu belgeselleri yapan
Murat Gener'i kutluyorum. Murat'ın öncesiyle ve sonrasıyla bütün o süreci anlatan metni söze gerek bırakmıyor...
Önce cinayetler işleniyor; failleri asla bulunamayan.. Sonra sokaklar karışıyor. Birileri sokağa çağırıyor. Birileri sokağa çıkıyor. Gürültü kopuyor ardından. Milli irade hedef oluyor ve yargı alıyor sözü... Kendine
"Cumhuriyetin yılmaz bekçisi" adını veren profesörler çıkıyor sahneye.. Bir de dördüncü kuvvet; medya.. Körüklüyor ateşi... Alev harlanıyor... Sonunda askere geliyor sıra... Dik durmayı bilmeyenler, şapkasını dahi almaya fırsat bulamadan milletin kendine verdiği iktidarı terk ediyorlar hızla...
Dik duranlarsa ya idam sehpalarında veda ediyor hayata... Ya da zehirlenip öldürülüyor... Hep böyle oldu... 27 Mayıs'ta, 12 Mart'ta, 12 Eylül'de, 28 Şubat'ta böyle oldu...
Hep asker geldi... Milletin iktidarını paletiyle ve postalıyla ezdi geçti...
Ama - di'li geçmiş zamanlardı o zamanlar... İşte o zamanların öyküsü bu, -di'li geçmiş yılların öyküsü...
Tarih 5 Şubat 2006... Yer Trabzon...
O gün İskenderpaşa Mahallesi'nin parke taşlı dar sokaklarını ağır adımlarla geçti 16 yaşındaki bir çocuk... Karşısına çıkan merdivenleri tırmandı...
Santa Maria kilisesinin kapısına ulaştığında önce şöyle bir etrafına bakındı... Kimse yoktu... Belini yokladı... Silahının emniyetini açtı... İçeri girdi... Rahip Santoro o an dua ediyordu...
Her şey sadece 2 saniye içinde oldu... O çocuk, hayalet
silah diye bilinen Glock marka tabancasının tetiğine 2 kez dokundu... Rahip Santoro orada öldü...
Ve 3 ay sonra... 17 Mayıs 2006... Yer bu defa Ankara... Saat sabah 09:45... Karanlık yağmurlu bir gün...
Alparslan Arslan onlarca - yüzlerce Ankaralı'nın arasından geçerek ulaştı Danıştay binasına...
İçeri girmesi zor değildi... Çünkü avukattı... Kapıdan kimliğini göstererek geçti... Belinde yine o silah yani hayalet vardı...
Alarm ötmedi... O sırada Danıştay üyeleri toplantı halindeydi... Hatta tam da çay servisi yapılıyordu... Arslan servis için açılan kapıdan içeri hızlı adımlarla girdi, silahını çekti, tetiğe 11 kez bastı...
Danıştay üyelerinden Mustafa Yücel Özbilgin orada öldü...
Ve 8 ay sonrası tarih 19 Ocak 2007... Yer bu kez İstanbul, Osmanbey... O gün, Ogün Samast Agos'u kuran Hrant Dink'e sinsice yaklaştı... Cadde kalabalıktı, ama katil planını yapmıştı...
Hızlı adımlarla izledi... Silahını Dink tam da gazetenin kapısına geldiğinde çekti... Ateşledi...