Türkiye'de liberalizm deyince ilk akla gelen akademisyen ve entelektüel Prof.Dr. Atilla Yayla'dır. Dün İsa Tatlıcan'la Yayla'nın enfes bir söyleşisi bizim gazetede yayınlandı. Röportajın özellikle sabah.com.tr'deki uzun versiyonunu tüm okurlarıma hararetle tavsiye ederim. Çok doğru soruları ve teşhisleri içeren bir söyleşi olmuş. İsa'yı da tebrik ediyorum...
***
Biliyorsunuz ben de kendimi liberal -demokrat olarak tanımlayan bir yazarım. Liberalizmin entelektüel tarihine dair epey okumuşluğum ve nispeten bu köşelerde yazmışlığım vardır. İleride bu konuda esaslı kitaplar yazma niyetim de var.
İnsanların liberal olmasından daha da önemlisi liberalizmin entelektüel tarihinin Türkiye'nin okumuş yazmış kesiminde bilinmemesinin bu ülkeye çok şey kaybettirdiğini düşünüyorum. Son 300 yıllık dünya tarihinin entelektüel anlamda ana caddesi liberalizmdir. Ülkemizde bu ana cadde bilinmiyor ve dolayısıyla karşı ve yan yollar da bilinmiyor. Ezbere ve aptalca laflar ediliyor.
Liberalizmin ne idüğünü bilmeyen bir kişi Marksizme ve sosyal demokratlığa dair ne okursa okusun olayın künhüne vakıf olamaz. İlk düğme yanlış iliklenirse diğer tüm düğmeleri özenle de ilikleseniz o gömlek yamuk olmaya mahkûmdur.
Kendine liberal diyenlerin çoğunluğunda da gömlek yamuktur. Türkiye'nin entelektüel ortamının sefaletini söylemeye zaten gerek yok.
Bizim komedi şovu Beyaz Futbol programında yaptığımız geyikler ve şamata bile bu ortamdan daha içerik sahibi desek yanlış olmaz.
***
Atilla Hoca ile tanışıklığımız 1999 yılına dayanıyor. Ben o zaman lise son talebesiydim ve internette o zaman çok yaygın olan e-gruplara yazılar gönderiyordum. Saçma sapan lise ders kitaplarını bir yana çoktan koymuştum, habire siyaset ve sosyal bilimler alanındaki literatürü okumaya ve anlamaya çalışıyordum. Siyasi felsefeleri kıyasladığımda tartışmasız kendime en yakın bulduğum gelenek liberal düşünce geleneğiydi.
Öyle manyaktım ki lisedeki kız arkadaşıma doğum gününde Eamonn Butler'ın Friedrich Hayek kitabını hediye ettim. Kız da bana tuhaf tuhaf bakmıştı. Sabahlara kadar okuyordum, düşünüyordum, notlar alıyordum. Sonra da denize sıfır olan bizim İzmir 60. Yıl Anadolu Lisesi'ne gelip derslerde uyuyordum...
***
İşte o e-gruplara gönderdiğim yazılar o zaman Hacettepe'de profesör olan
Atilla Hoca'nın dikkatini çekmiş ve bana e-mail atarak Liberal Düşünce Topluluğu'nun akademik toplantılarına davet etmişti. Çok mutlu olmuş ve gurur duymuştum. Çünkü Yayla, o ana kadar yayınlanmış tüm kitaplarını okuduğum bir fikir adamıydı. Fakat ben henüz lise son sınıftaydım! Daha üniversiteye adımımı bile atmamıştım. 18 yaşımdan itibaren Atilla Hoca'nın sayesinde LDT'nin toplantılarına -sanki bir araştırma görevlisi gibi- katıldım, oradaki tartışmalarda bulundum, kendimden yaşça büyük akademisyen dostlarım ve çevrem oldu. ABD ve Britanya'dan gelen Charles Rowley ve Norman Barry gibi şu an ikisi de hayatta olmayan entelektüellere İstanbul'da mihmandarlık yaptım. Ama aynı zamanda tüm ilkokul müfredatını 3-4 yaşında öğrenen çocukların ilkokulda yaşadığı yabancılaşma sıkıntılarının benzerini de ben 18-22 yaş arası yaşadım. Bu arada yeni ilgi ve keyif alanlarım da oldu. O konularda da okumak ve çalışmak çok hoşuma gidiyordu. İçinde olduğum akademik takvim tam anlamıyla karmakarışık olmuştu. Bazı şeylerin erken olmasının nimetleri kadar da külfetleri vardı. Herkesin gittiği yoldan gitmek imkânsızlaşmıştı. Sonrasında da konvansiyonel yoldan çıkarak kendi yolumu tamamen kendim çizdim. Kendi şahsi medeniyetimi kendim inşa etme yoluna girdim.
Bu yol beni nereye götürür bilmiyorum ama yolculuğum beni mutlu ediyor. Onu biliyorum...