Dünkü yazımda psikiyatri profesörü kıymetli düşünce adamı Medaim Yanık'ın İstanbul ve Londra'yı mukayese eden çok değerli bir yazısından bahsetmiştim. Yanık'a göre tipik bir Osmanlı'nın zihninde "biz" tanımı sadece Anadolu'da yaşayanları değil, Balkanlar'ı, Kafkasya'yı, Arap dünyasını da içerecek şekilde genişti. Belki merkezde Anadolu olsa bile, iç içe halkalar şeklinde genişleyen bir tarzda geniş bir aidiyet duygusu vardı. Osmanlı'nın acılı parçalanma sürecinde bu geniş aidiyet gücünü kaybetmeye başladı.
***
Cumhuriyet'in ulus inşa sürecinde bu daralma devam etti, hatta elitler düzeyinde daralmaya "
yabancılaşma" eşlik etti. Devletin bu yeni ideolojisi topluma da sirayet etti. Tipik bir Türk, bizden olanları Anadolu'da yaşayanlara indirgedi ve diğer toplumlarla arasına mesafe koydu. Son on yılda bu yabancılaşma azalmaya başlasa da halen sorun düzeyinde. Aynı süreçler maalesef bahsettiğimiz coğrafyalardaki diğer insanlarda da bize karşı gelişti.
***
Bu topraklarda yaşayan insanların son yüzyılda yaşadığı ikinci zihniyet değişimi ise "
ulus devlet sınırlarına sıkışmak" oldu. Osmanlı coğrafyası genişti. İç içe geçmiş coğrafyalardan oluşuyordu. Bu coğrafyalar arasında sınırlar geçişkendi. Bir âlim Semerkant'tan yola çıkar, Bağdat'a ve Şam'a gider, oradan Konya'ya ve İstanbul'a gelirdi.
***
Bu âlimin zihin dünyasında ayrı vatanlar, ayrı aidiyetler, ayrı zihinler yoktu. Bu coğrafya bir bütün olarak algılanırdı. Ulus devletlerin kurulmasıyla birlikte, bu coğrafya sınırlarla birbirinden ayrıldı. Toprak sınırları ya tellerle ya mayınlarla ya da karakol sistemleri ile keskin sınırlara çevrildi. Ancak pasaportla geçiş mümkün hale geldi. Bu fiziksel sınırlar zaman içinde zihniyet dünyasına da yansıdı ve meşrulaştı. "
Biz" içinde sayılanlar azaldı, "
onlar" içinde sayılanlar arttı.
***
Bu topraklarda yaşayan insanların son yüzyılda yaşadığı üçüncü zihniyet değişimi ise "
kendine güven" konusunda oldu. 16. yüzyıl İstanbul'unda Kapalı Çarşı'daki bir esnafın, hem kendine, hem dinine, hem ekonomisine, hem de devletine güveni tamdı.
O dönem İstanbul dünyanın en büyük şehirlerinden biriydi. Devlet askeri ve ekonomik gücünün zirvesindeydi. Kapalı Çarşı'daki bir esnaf Osmanlı olmaktan hoşnuttu. 19. yüzyıla doğru gelindikçe Kapalı Çarşı'daki esnafın hem dinine, hem ekonomisine hem de devletine dolayısıyla da kendine güveni azaldı.
***
Yanık'ın dediği gibi aslında soru şu: 2014 Türkiye'sinde bu zihinsel parametreler nasıl olmalı? Cevabım oldukça basit: Bu üç parametreyi yeniden tersine döndürmenin zamanı geldi. Yeni strateji şöyle özetlenebilir: "
Biz" tanımını genişletmek, ulus devlet sınırlarını korumak ama insan geçişkenliğini artırmak, yeniden kendine güven psikolojisini inşa etmek. Bu bir çıkış ve büyüme stratejisidir. "
Özne ve aktör olma" stratejisidir.
Bu yeni hal birtakım alışkanlıkları değiştirmeyi gerektiriyor. Örneğin İstanbul'da komşularınızın dünyanın farklı coğrafyalarından gelen insanların olması gerekiyor. Metroda oturduğunuzda, giyim kuşamları sizden farklı, sizden farklı dil konuşan insanlarla yolculuk yapmayı gerektiriyor.
Farklı olanı küçümseyen, içine almayan elitist ve aşırı yerelci tutumlarla İstanbul bir Londra veya bir New York olamaz. Ve bu olmadan, Türkiye büyük bir devlet haline gelemez.