Dün 15 Ağustos tarihinde şiddet de içeren bir Alevi ayaklanması tasarlandığını yazmıştık. "İşte dış güçler ve içerideki işbirlikçileri yeni bir kaos planı hazırlıyor" diyebilirsiniz, doğrudur. Fakat dün de yazdığım gibi o güçler eğer zemin bulamazlarsa hiçbir plan yapamazlar... O zemin de derhal çözülmesi için adım atılması gereken Alevi meselesidir...
Alevilere karşı gerçekten bir önyargısı olmayan,bu sorunu daha çok özgürlük ile çözmeyi düşünen siyasetçilerin de bu mesele etrafında kafası bulanık olabiliyor. Çünkü bu mesele hep yanlış zeminlerde tartışılıyor. Sorun çözmek isteyen bir politik bakışın, "Alevilik nedir" diye bir sorusu olamaz. Teolojik bir sualin politik arenada yeri yoktur... Bir toplumsal kesim kendini nasıl ifade ederse siyasetçiler öyle kabul etmek ve o kesimin taleplerini karşılamak zorundadır. Siyaset kurumu bir toplumsal kesimin taleplerini demokratik yollardan karşılayamazsa o kesimin meşru siyasetin dışına çıkma potansiyeli artar. Bu mesele etrafında da temel Alevi taleplerinin karşılanması geciktikçe Alevi kimliğinin radikalleşerek meşru siyaset dışı yollara yönelme ihtimali artıyor... Bu bütün kimlik meselelerinde böyledir. Bu konuda saha çalışması yapan kimi sosyal bilimciler Alevi gençleri özelinde bu radikalizmin yükselişine dikkat çekiyorlar... 5 sene önce yazdığım bir yazıda sormuştum... "Türk siyaset ve devlet adamları tıpkı Kürt meselesinde olduğu gibi ancak silahlı bir Alevi hareketi oluşunca mı acaba Alevi meselesini acil ve önemli sorun sayacak?"
15 Ağustos'ta çıkartılmak istenen şiddet ve kargaşa ortamına gelmeden artık bu meselenin aciliyeti ve önemi farkedilmelidir...Köprüden önce son çıkış yaklaşıyor...
Elbette Alevi sorunu dünden bugüne çıkmış nevzuhur bir olgu değil...Dürüstçe itiraf etmeliyiz ki Alevilik meselesi bağlamında toplumsal ayrışma potansiyeli hep vardı. Bu bağlamda Türkiye'nin kadim köklere sahip, kuşakları aşan temel toplumsal fay hattının Alevilik meselesi etrafında düğümlendiğini söyleyebiliriz...
Öte yandan Alevi terimi de aslında uydurulmuş bir terim. Fakat artık tuttuğu için kullanıyoruz. Bu toplumun derin hafızasında bu meselenin adı Kızılbaşlık/ Kızılbaşlar meselesidir. Kızılbaş olanlar kendini böyle ifade ederlerdi. Öyle olmayanlar içinse Kızılbaş ismi kötüleyici ve dışlayıcı anlamda kullanıldı. Bu ülkede hiçbir Türk ya da Kürt, atalarından birbirilerine karşı bir etnik nefret duygusunu miras olarak devralmamıştır. Fakat Kızılbaşlık meselesinde durum asla öyle değil... Bu ülkede atalarından Kızılbaşlara yönelik bir sevgisizlik, güvensizlik ve hatta nefret devralan çok sayıda insan var.
Kemalist rejim döneminde bu toplumun kendi devleti bizzat taraf tutan ve toplumsal kesimleri birbirine kışkırtan bir devlet oldu. Bakmayın şimdi "mecburiyetten" Alevilere yapılan Kemalist övgülere... Kemalizmin özünde de Sünni-egemen bir mantık hükümrandı hep. Bu mantık, eski rejimin bilinçaltına işlemişti... Mesela Kemalist rejimin propagandistlerinden Cüneyt Arcayürek yıllar önce o zamanki Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'ten bahsederken "Paksüt'ün babasını da tanırdım. Caferidir bunlar ama iyi ailedirler" deyivermişti...
Arcayürek'in bu sözleri genel Kemalist bilinçaltını yansıtan temsil kabiliyeti yüksek bir örnek. Kemalizm nazarında da "Caferi ama iyi çocuk" Paksüt gibiler hep sevilmiştir. Paksüt eğer rejim karşıtı özgürlükçü bir adam olsaydı, o zaman "Zındık bir Caferi" olduğu sık sık hatırlatılırdı. Benzer durum "Kürt ama iyi çocuk" Abdurrahman Yalçınkaya'lar, "Dindar ama iyi çocuk" İhsan Eliaçık'lar için de geçerli... "İyi çocuk" olursanız imtiyazlarını kaybetmek istemeyen LAST(Laik- Sünni-Türk) baronların yararlanmak istediği, başınızı okşadığı, öptüğü kokladığı adamlar olursunuz... Zaten bu tiplerin istediği de bu...