Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

1950’lere, 1960’lara ‘iki yönlü’ bakmak...

Türkiye kendi kültür tarihini de popüler kültür tarihini de yeterince irdelemiş bir ülke değil. Oysa Tanzimat’tan bu yana hiç tartışılmayacak şekilde en önemli meselesi ve ‘sorunu’ kültürdür. Büyük siyasal hareketlerimiz bile neticede birer kültür hareketidir

Kültür travmaları Türkiye'de aşılmamıştır. Aşılmaları bir yana kültür hamleleri farklı ve siyasal tartışmalarla biten sosyolojik dalgalanmalar yaratmıştır. Bunların başında da 'laiklik-dindarlık' çatışması gelir ki, bu zıtlık demokrasiyle ve liberalizmle ilgili içeriklere, uzantılara sahiptir. Almanların Kulturkampf dediği kültür kavgası Tanzimat sonrasının oluşumları içinde Türkiye'de de aynen cereyan etmiştir. Yani, aslında büyük kültürel bölünme 'geleneksellikle-yenilik' arasında cereyan etmektedir. Batıdaki 'moderns-anciens' kavgası Fransa ve İngiltere'deki ölçüsünde değildir Türkiye'de, görünüş olarak, ama kesinlikle aynen yer almıştır ve Kulturkampf'ın içerdiği laik-dindar tartışması da buna tekabül eden ana konumuzdur.

KENDİNE ÖZGÜ KÜLTÜREL KARIŞIM
Türkiye kendi kültür tarihini de popüler kültür tarihini de yeterince irdelemiş bir ülke değil. Kültürle ilgisi olan bir ülke de değil aslında Türkiye. Ama çeşitli kültür akımlarına ve hareketlerine doğal olarak sahip. Ayrıca Tanzimat'tan bu yana hiç tartışılmayacak şekilde en önemli meselesi (bu sözcük 'sorun' anlamında değildir, daha karmaşık bir içeriği vurgulamak içindir) ve 'sorunu' kültürdür. Büyük siyasal hareketlerimiz bile neticede birer kültür hareketidir. Tanzimat doğrudan doğruya böyledir. Cumhuriyet de farklı bir Tanzimat olarak görülebilir. Elbette Tanzimat'tan ötededir ve ona cepheden saldırır fakat bu Cumhuriyet'in kendisini Tanzimat gibi Batılılaşma doğrultusunda biçimlendirmesini engellemez. İdeolojik formasyon farkları olsa bile iki büyük dönüşüm de siyasal yapıları kullanan kültür müdahaleleridir.
Daha çok Tanzimat'ta ve erken Cumhuriyet döneminde oluşan bu keskin ayrımlar 1950 sonrası bu derecede sert değildir. Gitgide merkezde kesişen yumuşamalar söz konusudur. Bu erken Cumhuriyet döneminin kültür odaklı ve apolitik tepeden inmeci yaklaşımına karşılık toplumun politikleşmesinin getirdiği bir yumuşamadır. Toplumsal hareketlenmenin çok arttığı, sınıfsal geçişlerin artık bir realiteye dönüştüğü, farklı toplumsal doku ve katmanların bir araya geldiği, bir arada bulunmaya başladığı bir dönemdir 1950 sonrası. O yıllarda taşra burjuvazisinin merkeze gelmesi, yukarı doğru toplumsal hareketlenmenin bir sonucuydu. Doğal olarak kendisine özgü bir kültürel karışım da hazırlayacaktı. 'Hacı Ağa' tipinin ortaya çıkması, radyonun işlevini artırması, gazinonun keşfi, Zeki Müren gibi bir figürün öne çıkması dönemin özgül koşullarına bağlıdır. Bu dönem şimdi iki kitapta ele alınıyor. İlki Mete Kaan Kaynar'ın editörlüğünü yaptığı Türkiye'nin 1950'li Yılları (İletişim Yayınları). Bu kitabı daha önce bu sayfalarda eleştirmiştim. O eleştiriler bir yana dönemi enine boyuna kat eden, temel nitelikleri hakkında ayrıntılı bilgi veren bir kitap bu. Türkiye'de İletişim Yayınları'nın başını çektiği 'ansiklopedizm'in iyi örneklerinden biri. Hele sosyal ve siyasal konulara ayrıca ilgi duyanlar, bahsettiğim kitabı gene İletişim Yayınları'nın hazırladığı çok ciltli Modern Türkiye'de Siyasal Düşünce isimli yapıtla birlikte okuyabilir. Konuları bu serinin ciltlerinde izleyenler dönemi tüm vitriniyle kavrayabilir.

BİRBİRLERİNİ TAMAMLIYORLAR
İkinci kitap Derya Bengi'nin bu defa 'çok adlı' kitabı: 50'li Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük: 'Şimdiki zaman beledir'. (Yapı Kredi Yayınları). Hemen bir noktayı belirteyim: Nedense kültür konuları ele alınınca Türkiye'de işin içine bir 'hafifleştirme', bir 'popülerleştirme', bir 'eğlence', bir 'yukarıdan bakma' boyutu katılıyor. Bu Mete Kaan Kaynar'ın hazırladığı kitaptaki kültür konuları için geçerli. Bengi'nin kitabı için haydi haydi geçerli. Ama bu bir olumsuzluk değil, -Bengi için. Kitap zaten böyle bir mantıkla hazırlanmış. İyi ki de hazırlanmış. Çeşitli eleştirilerim olabilir. Söz konusu ansiklopedik yaklaşımın iç sorunlarından söz edebilirim, eksik bırakılmış maddelerden bahis açabilirim, bu kadar iddialı bir konunun tek kişinin seçimine bırakılmasından dem vurabilirim. Ama bunlar o kadar önemli değil. Kitap bize savaş sonrası Türkiye'sindeki kültürel hayatın bir yanını, 'sazlı cazlı' kısmını gayet renkli ve zevkli bir şekilde veriyor. Sorun, bütün o 'gerçekliğin' hangi koşullarda meydana geldiğini kitabın anlatmaması. Kaynar'ın kitabı o noktada devreye girer ve bu çok önemli 10 yılın sosyal-siyasal yapısını irdeler. Aklıma gelen bazı sorular yok değil. Örneğin, internetin ve google'un, chrome'un bu derecede yaygın ve artık yerleşik olduğu bir dünyada kim bu kitaptaki maddeleri okuyacak? Bu sorunun çok insanın zihninde bulunduğunu biliyorum. Oysa tepeden tırnağa yanlış. Çünkü, kitabın bütünlüğü her şeyden önce başlı başına bir doku meydana getiriyor: Kitap, bir panorama sergiliyor, bir ufuk oluşturuyor, bir peyzaj hazırlıyor. Dileyen ondan sonra gidip hangi konuda derinleşmek istiyorsa ona yönelebilir. Kitabın bütünlüğü zihin açıcı bir olgudur. Bir de kişiselliği-öznelliği. Kişisellik hele böyle bir kitapta daha da öne çıkar, ona asıl şahsiyetini kazandırır. Aldığımız tat da onun bir uzantısıdır. Derya Bengi de Mete Kaan Kaynar da 1950'lerle ilgili çalışmalarını (50'li Yıllada Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük 'Şimdiki zaman beledir', Türkiye'nin 50'li Yılları) 1960'lara taşıdılar. Kaynar, bu defa Türkiye'nin 1960'lı Yılları isimli kitabı hazırlarken, aynı anlayış ve yöntem içinde, Derya Bengi de 60'lı Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Müzik: 'Dünya durmadan dönüyor' adlı çalışmasını yayımladı.

KÜLTÜR SANAT KONULARI EKSİK
Daha önce iki yapıt için söylediklerim bu çalışmalar için de geçerli. Kaynar'ın yapıtı bahsettiğim ansiklopedizmin özelliklerini gene taşıyor. Bir 'İletişim Yayınları klasiği' olan 'çerçeve yazılar'la beslenmiş bu metinlerde gene bir başka İletişim klasiği olan ve bir 'yabancılaştırma' etkeni olarak kullanılan Osmanlıca sözcüklerle beslenmiş anlatım 'duruyor yerli yerinde'. Önemli değil; 'klasik' diyoruz. Aynı şekilde bazı yazıların fazla akademik zorlamaları bazılarının da fazla popüler tutumları başka bir yanı işin. O da olabilir, -artık. Asıl mesele elbette içerik, kapsam. O bakımdan da bu kitap sol hareketlere ağırlık veriyor (sağ da var bu arada). Bu da yerinde, dönemin ruhuna uygun. Onların daha 'popüler' okumaları var kitapta. Yöntem bakımından daha analitik olunabilirdi ki, bunu esaslı bir mesele olarak zikrediyorum. Ansiklopedizmin böyle bir kısıtlaması olacak, oluyor, doğallıkla. Bütün bunlara rağmen dönemi iyi temellendirmiş bu yararlı kitabın en ciddi eksiği bence kültür sanat konularında. Yok değil var. Murat Meriç popüler müziği ele almış, Bora Gürdaş sanat ortamını incelemiş. Meriç'e diyecek bir şey yok, bir alanda değerlendirmelerde bulunuyor. Ama diğeri çok yetersiz, fazlasıyla yetersiz. 1960'lar edebiyatta ve tiyatroda başlı başına bir ufuktur. Bu yazı ise en nihayet görsel sanatlar 'vurgulu' bir yazı ama o da sorunlu. Bakalım bu kısıtlamaları ne zaman aşacağız? (Bir de, evet, Türkiye'nin 1960'lı yılları söz konusu ama bu kitaplarda bir yazı da o sırada dünyada neler olup bittiğine hasredilse hiç fena olmayacak.)

NEDEN KURTLAR SOFRASI?
Derya Bengi'nin kitabı benim gibi çocukluğunu 1960'larda yaşamış (1957'liyim) birisi için heyecan verici. Sadece görsel malzemede bile insan ister istemez belleğini çağırıyor. Elbette çok daha fazlası var. 1960'ların popüler kültür dünyasının bir dökümü diyelim, ama kısıtlı bir dökümü. Bu kuşkusuz çok zevkli kitapta gene de hiç katılmadığım bir özelliği işaret edeyim. Edebiyatın bazı yapıtları alınmış, örneğin Attila İlhan'ın Kurtlar Sofrası romanı, neden? Niye o da başka yapıtlar değil? Tamam, önemli bir kitaptır. Ben de severim. Ama o uzun alıntılar, 'zapta geçirdi' şeklinde ifadeler (Bengi'nin sözcüğü yanlış kullanması), gerekçe eksiği bu soruları sorduruyor. Oysa 1960'lardaki Türk edebiyatını tayin eden başka kitaplar da var. O zaman onlar da olmalıydı. (Belki Kurtlar Sofrası'nda Bengi'nin saptadığı Beyoğlu, İstanbul ve dönemi belirleyen ögelerin anlatımı denecektir ama bu kadarı yetmez.) Sonunda öznel bir seçimdir fakat onun bile bir nesnelliği bulunmalı. Bu dört kitap önemli çalışmalar. Daha ziyade eğitimde kullanılmaları düşünülmüş. Keşke kullanılsalar. Türkiye üniversitelerindeki Kültürel Çalışmalar bölümleri şu aralar fazla ve ciddi savrulmalar yaşıyor. Kendi meselelerimize sırtlarını döndükçe dönüyorlar. Oysa bu tür çalışmaların oralarda gerçekleştirilmesi ve üniversitelerin bunları yayınlaması gerek. Şu aralar vermiyorum ama yıllarca verdiğim 1960 Sonrası Türkiye'de Kültür ve Sanat isimli dersimi yeniden açtığımda elbette bunları da kullanacağım. Herhalde gelecektir. Gene de bekliyorum 1970'leri.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA