2000'li yılların başlarında, 21. Yüzyıl'ı daha iddialı bir uygarlık düzeyine taşıması beklenen 5 mega trend şu şekilde sıralanmaktaydı: 'hipersonik dijitalleşme', 'sürdürülebilir kalkınma ve yeni yükselen orta sınıf', 'yeşil ve akıllı dönüşüm', 'mobilite ve devrimci yeni nesil' ve 'akıllı kentleşmeye dayalı yerel kalkınma'. Özünde, söz konusu 5 mega trendin temel hedefi yeryüzünü insanoğlu için daha yaşanabilir kılacak ve 'sürdürülebilir kalkınma' amaçlarının yakalandığı bir dünya oluşturmaktı. Ancak, 'tek kutuplu' bir dünya düzeninde yola devam edileceği zannedilerek kucaklanan bu 5 mega trend, 2014'le birlikte giderek ağırlık kazanan 'güç merkezleri' odaklı 'çok kutuplu' bir dünyada önceliklerini koruma sorunu yaşamaya başladılar.
Çünkü, bilhassa son 10 yıl artan bir tempoyla küresel sistemi derinden etkilediğine şahit olduğumuz 5 temel başlık, aynı zamanda 'Küresel Güney' ile 'Küresel Kuzey' arasındaki anlaşmazlıkları da giderek derinleştirmeye başladı. Oysa, 2024 gibi hayli zorlu geçeceğini şimdiden anladığımız bir yılın başlangıcında, küresel düzeni yeniden yapılanmaya zorlayan söz konusu 5 temel başlık için güçlü ve sürdürülebilir bir 'Küresel Güney'/'Küresel Kuzey' diyaloguna her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Peki, küresel düzeni zorlayan bu 5 temel başlık nedir: 'İklim Değişikliği', 'Teknolojinin Yaratıcı Yıkımı', 'Demografik Dönüşüm', 'Dağılan Dünya' ve 'Sosyal Huzursuzluk'.
Yukarıda sıraladığımız bu 5 'istikrarsızlaştırıcı' trend, 21. Yüzyıl'da dünyayı değiştirmesi umut edilen 5 mega trende de ağır darbe oldu. İlk darbe önce 'küresel finans krizi' dönemindeki çok taraflı sistem ayrışmasıyla geldi. Ne yazık ki, 'Kovid-19' küresel virüs salgını döneminde yaşananlar ve üstüne gelen Rusya-Ukrayna Savaşı', iki 'siyah kuğu' küresel ekonomi-politik sisteme, küresel tedarik zincirine ve bilhassa 'çözüm üretici' küresel çok taraflı uluslararası teşkilatlara duyulan güveni derinden sarstı ve dünyanın önde gelen ülkelerini daha fazla 'yerel düzeyde' çözüm üretmeye, ulusal düzeyde 'korumacı' tedbirler almaya zorladı. Bu nedenle, bugün küresel düzeni zorlayan 'İklim Değişikliği', 'Teknolojinin Yaratıcı Yıkımı', 'Demografik Dönüşüm', 'Dağılan Dünya' ve 'Sosyal Huzursuzluk' başlıkları için, her ülke kendi çözümüne, 'stratejik özerklik' kavramına dayalı arayışlarına yoğunlaşmış durumda.
Sadece hükümetler değil, uluslararası şirketler ve küresel markalar da, küresel ekonomi-politik sistemi sarmış, kaplamış olan bu olumsuz ruh hali içerisinde, tüketicilerin eğilimlerini ve bilhassa aidiyetini korumak adına aralıksız arayış içerisindeler. İlham veren ülkeler' ile, 'istikrarsızlaştırma' odaklı ülkeler arasında 2002'den beri derinleşen ürkütücü 'dezenformasyon' savaşının adeta zehirlediği bir küresel ortam içerisinde, 'insan sağlığı', 'sürdürülebilirlik', 'mobilite', 'temiz ve yeşil dünya' odaklı projeler, yatırımlar, ürünler için güçlü bir farkındalık oluşturmak adına adeta bir savaş veriliyor.
İklim Değişikliği', 'Teknolojinin Yaratıcı Yıkımı', 'Demografik Dönüşüm', 'Dağılan Dünya' ve 'Sosyal Huzursuzluk' başlıkları, 'istikrarsızlaştırıcı' etkisi kadar, 'istikrarlı' bir ekonomi-politik sistemin yeniden inşası adına önemli fırsatları da beraberinde getiriyor. Ülkeler ve şirketler, temiz ve yenilenebilir enerji atılımları, tüm elektrikli araçlar, küresel vergi sisteminde yeniden yapılanma ve daha adil bir vergi sistemi, küresel tedarik zincirinin etkinliği ve verimliliğini arttıracak yeni teknoloji yatırımları ve dünya ekonomisinin, imalat sanayinden hizmetler sektörüne, tüm stratejik sektörlerinde üretkenliği ve sıfır atık olgusunu sıçratacak yeni yaklaşımlar, söz konusu 5 zorlu başlığın sebep olacağı yeni fırsatlar olabilir.
"Türkiye'nin, kendi coğrafyasında, tüm Avrasya'da aralıksız yaşanan 'güç savaşları'nın etkisini sadece kendisi için değil, tüm 1. ve 2. kuşak komşu ülkeler için de bertaraf edecek her türlü diplomatik, ekonomik, ticari ve insani tedbiri güçlü bir şekilde devrede tuttuğu böyle zorlu bir konjonktürde, Kafkaslar'a, Balkanlar'a, Afrika'ya, Orta Doğu ve Körfez'e verdiğimiz 'güvenilir liman ülke' algısı, Türkiye'nin sürdürülebilir ihracat başarısının perçinlenmesinde en kritik katkıyı sağlayan etmen olacak."