OECD'nin küresel ekonomik görünüme ilişkin son analizlerinde 'Büyümede Yol Almak' başlığının öne çıkışı, OECD üyesi ülkelerin büyük bir kısmında bir süredir devam eden sürdürülebilir büyüme performansına yönelik sıkıntıların daha detaylı masaya yatırıldığına işaret ediyor. OECD üyesi ülkelerin pek çoğunda, 2000'li yılların başlarına göre, kişi başına GSYH (Milli Gelir) artışının eski performansında olmadığına vurgu, son 10 yıl artan sosyal huzursuzlukla da örtüşüyor. OECD üyesi ülkelerin bütününde 2000 yılında ortalama yüzde 2,3düzeyinde olan kişi başına GSYH artışının, 2008 küresel finans krizi sürecinde, 2009'de yüzde 0,9, 2010'da ise yüzde 0,7'ye kadar düşmüş olması düşündürücü.
Ancak 2014'de yeniden yüzde 1'i geçen yıllık ortalama artışın, ardından 'Kovid' ile birlikte, 2020'de yüzde 1,4'den tekrar yüzde 1,1'e ivme kaybetmesi; ardından 2021-2023 döneminde toparlansa da, 2003'den 2023'e, tüm OECD üyesi ülkelerde ortalama kişi başına GSYH artışının bir daha yüzde 1,5'i geçememiş olması büyüme performansındaki keyifsizliği teyit ediyor. Başta ABD olmak üzere, 2020'deki küresel virüs salgını döneminde, OECD ortalaması olarak, en düşük gelire sahip yüzde 20 ile en yüksek gelire sahip yüzde 20'ye yapılan nakit yardımların dağılımının birbirine yakın olması, kamunun sosyal destek kaynaklarının esas ihtiyaç duyan kesimlere ulaştırılmasında daha hedef odaklı çalışmalar yürütülmesinin tüm OECD üyesi ülkelerin ortak sorunu olduğunu gösteriyor.
Bir diğer sorun, fabrika, tesis, altyapı ve makine, sabit sermaye yatırımları adına, OECD üyesi ülkelerde 1998- 2005 arası işçi/çalışan başına sabit sermaye yatırımı stoku yüzde 0,6düzeyinde iken, bu oranın 2006-2015 döneminde önce yüzde 0,33'e gerileyip, 2016-2022döneminde daha da düşerek yüzde 0,15 düzeyine gelmiş olması. Bunun anlamı, yeni istihdam imkanları da oluşturacak sabit sermaye yatırım hamlesi ne yazık ki OECD üyesi ülkelerde 2006'dan beri hayli zayıflamakta. Sözün özü, 'Kovid-19' sonrası dönemde istihdam artışı potansiyel büyümeye pozitif yönde katkı sağlamasına rağmen, OECD ortalaması olarak, 2000'lı yılların başından bu yana toplam faktör verimliliğindeki gerileme ve sermaye yatırımlarının büyüme hızındaki yavaşlama potansiyel büyümeyi de sınırlandırıyor.
Nitekim, 'Net sıfır Karbon' hedefine ulaşılabilmesi için ihtiyaç duyulan ekonomik dönüşüm, OECD üyesi ülkelerde göreceli bir verimlilik artışına pozitif anlamda sebep olsa da, mevcut yatırım ve kaliteli büyüme eksikliğine işaret eden bu tablodan herkes şikayetçi. Küresel ticarette ise, veriler, nearshoring, reshoring, freindshoring tartışmalarına rağmen, halen uzak coğrafyalar arası ticaret eğiliminin hayli güçlü olduğunu gösteriyor. Salgın döneminden beri ASEAN+6 ülkeleri, AB ve MERCOSUR ülkeleri için önemli bir ithalat pazarı haline gelmiş durumda. Amerika Kıtası ülkelerinin ise Asya'ya bağımlılığı göreceli olarak azalırken, bölge içi ticarette kendi aralarında daha bağımlı hale gelmiş durumda. Avrupa ülkelerinin ise, ilginçtir, Gümrük Birliği'ne rağmen, kendi aralarındaki bağımlılık azalırken, Asya'ya bağımlılıklarının artması dikkatle takip edilmeli.
Tüm bu gelişmelerin doğal sonucu olarak, küresel mal ticaretinde mesafeler artmış gözüküyor.OECD, DTÖ'nün bulgularının aksine, ülkelerin 'şimdilik' friendshoring yapmadıkları sonucuna işaret ediyor. Ticaret eğiliminde ülkelerin BM Genel Kurulu'ndaki oy davranışları ile ölçülmüş olan 'jeopolitik uzaklık' konusunda bir değişiklik şu an için gözlenmemekte. Ancak, Orta Doğu'daki son jeopolitik gerginliğin etkilerini iyi takip etmemiz gerekecek.