Her ne kadar küresel GSYH'ya oranı itibariyle, 2021 yılı sonunda, 10 puan gerileyerek, son 70 yılın en yüksek gerileme oranını yaşasa da, küresel GSYH'ya oranı yüzde 247 düzeyinde olan küresel borç toplamı 235 trilyon dolar ile, 2021 sonunda yeni bir mutlak değer rekoru kırmıştı. Bu nedenle, geride bıraktığımız 2022 yılında küresel borç sarmalının yüzdesel oran olarak, 2020 yılındaki yüzde 257 seviyelerine yeniden çıkıp çıkmadığı, mutlak değer olarak ise 250 trilyon doları bulup bulmadığı merak konusu. Ancak, dünyanın önde gelen ekonomilerini, bilhassa G20 ülkelerini endişelendirdiği de bir gerçek. Pazartesi günkü yazımızda belirttiğimiz üzere, küresel borç sarmalına yönelik olarak 'Küresel Güney'in de tepkileri söz konusu.
Tepkinin bir boyutu, malum, tüm 2000'li yıllar boyunca çeşitli küresel platform ve düşünce kuruluşları tarafından 'pazarlanmış', 'ticari ürün'e dönüştürülmüş 'küreselleşme 2.0' anlayışının bizzat bugün karşı karşıya olunan küresel borç sarmalının en kritik gerekçelerinden birisi olduğuna dair tepki. Tepkinin diğer boyutu ise, daha önce 2008 küresel finans krizini önceden görebilmek ve küresel ekonomiyi uyarmak konusunda büyük bir aciziyet ve eksiklik göstermiş olan IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların, dağdan aşağı yuvarlanan kartopunun çığa dönüşmesi gibi, küresel borç sarmalı sorununa da halen gereken tepkiyi göstermemeleri; çözüm için somut ve kucaklayıcı görüş ve yaklaşımlar ortaya koymamaları. Basel merkezli BIS ve IIF gibi uluslararası kurumların ve kuruluşların küresel borç sarmalına yönelik tespitleri ise, tablonun ürkütücülüğünü büyük ölçüde ortaya koyuyor.
Önümüzdeki dönem, küresel borç sarmalarının yönetiminde, bilhassa G7 ülkeleri ve G20 ülkeleri içinde önemli borç yükü taşıyan ülkeler için, iktisadi büyüme, küresel enflasyonla mücadele adına sıkılaştırılan para politikası tedbirlerinin borç maliyetine etkisi ve iki 'siyah kuğu' olan 'Kovid-19' ve 'Rusya- Ukrayna Savaşı' nedeniyle önemli gelir ve bütçe sorunu yaşayan ülke ve şirketlerin gelir dalgalanmalarının kritik başlıklar olacağına işaret ediyor. Küresel borç sarmalının bir numaralı sorumlusu konumundaki ağır borç taşıyan G7 ve G20 ülkeleri ile, ciddi sorunlarla boğuşan az gelişmiş ülkelerin yaşanan küresel sorunlar nedeniyle büyüme momentumunu yeterince yakalayamamaları, sürdürülebilir büyümeye yönelik sorunlar, küresel borç sarmalının taşınması adına riskleri artıracak. Üstüne, para politikası faiz oranlarının yüksek seyretmesinden kaynaklanan finansman maliyeti artışları ve firmaların gelirleriyle kamunun bütçe gelirlerindeki dalgalanmalar önemli bir risk oluşturmayı sürdürecek.
Bu noktada, 'Enflasyonu Azaltma Düzenlemesi' (IRA) olarak bilinen adım, ABD açısından bir 'korumacılık' düzenlemesi olarak Avrupa Birliği cephesinden daha fazla tepki görürken, Başkan Biden'in 1 trilyon dolarlık büyük altyapı yatırımları hamlesi de, son IRA düzenlemesi de federal hükümetin ciddi kamu yatırım harcamaları yapmasını ve kamu desteklerini vermesini gerektiriyor. Bu da, 1.4 trilyon dolar düzeyindeki 2022 yılı federal bütçe açığının finansmanı örneğinde olduğu gibi, ABD'nin rekor düzeyde kamu kaynağını borçlanarak bulmayı sürdürmesi anlamına gelecek. Tam da bu noktada, ABD'nin federal borçlanma tavanının bir kez daha Kongre'nin onayladığı düzey olan 31.4 trilyon düzeyine gelmiş olması ve Maliye Bakanı Janet Yellen'ın, borç limitinin artırılmaması halinde, ABD'nin temerrüde düşmesinin küresel bir mali krize yol açabileceği; dolarının rezerv para birimi rolünün zarar görebileceği yönündeki sözleri, G20 ülkelerinin küresel borç sarmalına kayıtsız kalabilecekleri alanları kalmadığını bir kez daha teyit etmekte.