Tüm uluslararası ekonomik teşkilatlarda, ekonomi bazlı düşünce kuruluşlarında ekonomik model ve iktisat teorisine dayalı yaklaşım tartışmalarının kalitesine ve üslubuna bakıyorum; Türkiye'de 'neoliberal ortodoks' modeli savunanların 'Keynesyen Model'i savunanlara karşı tavrı, üslubu ne acıdır ki bu kadar pespaye olmamıştır. Oysa, 1929 Büyük Buhranı'ndan bu yana, sayısız kere, en taze olarak 2008 küresel finans krizi ve ardından küresel pandemi ve Rusya-Ukrayna Savaşı süreçlerinde, 'neoklasik liberal' modelin, anlayışın defalarca acziyetine, çaresizliğine, yetersizliğine şahit olundu. Çünkü, yerel, bölgesel ve küresel ekonomi-politik krizlerde, kamunun ekonomiye kaçınılmaz müdahale gereğini asla kabul etmeyen 'neoliberal ortodoks' model, arkasında her defasında ağır bir durgunluk, iflas etmiş on binlerce firma ve yüz binlerce işsiz bırakıyor. 'Neoliberal ortodoks' anlayış kapitalizmin 'vahşi' yüzü.
John Maynard Keynes bugün yaşasaydı, kendi yaklaşımını, anlayışını hiç şüphesiz, bugün Türkiye'nin izlediği, Ekonomi Yönetimi'nin büyük bir titizlikle uyguladığı 'Mali Disiplin'e dayalı Keynesyen Model yönünde geliştirirdi. Ama, Sir Keynes ne yapsın? 1883'de doğup, 1946'da vefat etmiş ve iktisat literatürüne tartışmamız bir damga vurmuş bir iktisatçı olarak, onun yaşadığı dönemde, merkez bankaları ancak altın rezervine dayalı parasal genişleme yapabiliyorlardı. Keynes, ABD'nin tüm dünyayı davet ettiği Bretton Woods Modeli'nin ancak bir iki senesini görebildi. Bu nedenle, ABD, Birleşik Krallık ve bugün Euro Bölgesi'nin 'rezerv para' imkânını kullanarak, altın rezervine dayalı para arzı modelini yıkarak, gerçekleştirdikleri limitsiz kamu harcamalarını finanse etmek için çıkardıkları devlet tahvillerinin bütünüyle finansmanına dayalı bir 'karşılıksız para basımı' modeline dayalı bir anlayışı dikte ettiklerini görseydi, ekonomiye 'kamu müdahalesinin kaçınılmazlığı'na dayalı anlayışını mutlaka 'mali disiplin' ile taçlandırırdı.
Türkiye bugün, AB'nin Maastricht Kriterleri içerisinde vazgeçilmez bir yeri olan ve 'mali disiplin'i temsil eden bütçe açığının GSYH'ya oranı ve kamu borç stokunun GSYH'ya oranında sadece AB'ye üye ve aday ülkeler arasında değil, OECD ve G20 ülkeleri arasında da 'alkışlanacak' bir istisnai başarıya imza atmakta. Çünkü, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğinde, son 21 yıldır, AK Parti iktidarlarının Türkiye Ekonomisi için en vazgeçilmez gördükleri makro ihtiyati tedbirin (macro prudential) 'mali disiplin' olduğunu ve bu konudaki kararlılık ve başarının Türkiye Ekonomisi'ni gerek küresel pandemi, gerekse de Rusya- Ukrayna Savaşı'nda nasıl koruduğunu; Türkiye'nin bu sayede sürdürülebilir pozitif büyümeyi ciddi bir mali disiplin başarısı ile yürütebildiğini birlikte gözlemledik. Bu nedenle, ekonomi yönetimlerinin para ve maliye politikası setini oluşturur ve yürütürken, en kritik önceliği 'mali disiplin'e vermeleri ve Türkiye'nin performansı pozitif olarak uluslararası raporlara da yansıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğinde, 2020-2022 dönemini, Türkiye 'Mali Disiplin'e dayalı bir 'Keynesyen Model'le yönetmeseydi; son 3 yılı on binlerce işletmenin, şirketin iflas ettiği, işsizliğin en az 1,5 milyon daha arttığı; pozitif büyüme trendini kaybetmiş bir Türkiye ile karşı karşıya kalacaktık. Küresel ticaret ve tedarik zincirindeki rolümüz aralıksız artarken, 'Keynesyen Modeli' uygulamasaydık, tersine önemli kayıplar yaşadığımız; ekonominin çarkları durma noktasına geldiğinden, kaybedilen vergi gelirinin bütçe açığını büyütmesi nedeniyle, 'mali disiplin' başarımızın yerle yeksan olduğu bir tablo önümüzde olacaktı. Bu nedenle, 'vahşi kapitalizm'in savunucusu demode 'neoliberal ortodoks' görüşün aksine, 'Mali Disiplin'e dayalı Keynesyen Model ile, Türkiye 'insanı', 'girişimciliği', 'üretimi', 'katma değeri', 'yatırımı' ve 'ihracatı' önceliklendiren bir model ile yola devam ediyor. Türkiye'nin milli teknoloji hamlesi derinleştikçe de, küresel büyüme ve ticaretteki payımızı önce yüzde 1,5'e, ardından da yüzde 3'e taşıyacağız.