Rusya-Ukrayna Savaşı, küresel sistemin 3 yıl içinde karşı karşıya kaldığı 2. 'Siyah Kuğu', küresel enerji arz güvenliğine yönelik tartışmaları da tarihin en karmaşık noktasına taşıdı. Küresel enerji arz güvenliği 3 boyutuyla derinlemesine tartışılıyor. İlki, enerji türevleri çeşitliği ve enerji tedarikçeşitliliği; ikinci tartışma konusu enerjide 'yeşil' dönüşüm; üçüncü tartışma başlığı ise enerjide 'teknolojik' dönüşüm. Rusya-Ukrayna Savaşı patlak verene kadar, bilhassa kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil bazlı enerji türevlerini yakın coğrafyalardan temin etmek ülkeler açısından en düşük maliyetli, kolay çözümdü. Bu nedenle, Rusya hem Avrupa, hem de Çin gibi dünyanın önde gelen enerji tüketicisi coğrafyaları için bilhassa fosil bazlı enerji türevlerinde bir numaralı tedarikçi ülke idi.
Bugün ise, Avrupa açısından, Ukrayna Savaşı ile birlikte, Rusya'dan uzunca bir süre enerji tedariki sonlanmış durumda. Bu da, Avrupa gibi dünyanın en önemli enerji tüketicisi bir coğrafyası açısından, enerji tedarikinin, enerji çeşitliliğinin eskisinden de daha kritik bir konu başlığı haline gelmesi anlamına geliyor. Öyle ki, küresel iklim değişikliğine karşı en iddialı tedbirleri alan Avrupa'nın 'yeşil mutabakat' sürecinin de ilerleme kaydetmesi adına, enerji tedarikinde bir yandan hidro, güneş, rüzgar, jeotermal ve bio gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını, bir yandan da hidrojenin rolünü hızla arttırmayı sürdürmesi ve ciddi teşvikler vermesi gerekiyor. Elbette, nükleer enerji de vazgeçilmez olarak denklemde olmak koşuluyla. İşte, tam da burada 3. başlık devreye giriyor.
O da, enerjide, yakın ve orta gelecekte gözleyeceğimiz her boyutta 'teknolojik7 dönüşüm. Söz konusu teknolojik dönüşümün elbette yazılım ve donanım boyutları olacak. Bununla birlikte, bilişim teknolojisindeki 5G ve 6G gibi, akıllı cihazların aynı zamanda hem yazılım, hem de donanım özelliği içerdiği yeni teknolojileri de gözlemleyeceğiz. Bilhassa, üzerinde en kritik yoğunlukta çalışma yürütülen alan ise 'batarya' teknolojisi. Çünkü, küresel iklim değişikliğini durdurmak ve 'net-sıfır karbon' dünyasına geçilmesi için, tüm ulaştırma modlarında, tüm ulaştırma araçlarında yüzde 100 elektrikli araçlara geçilmesi gerekiyor. Bunun için ise, dünya genelinde 300 terawattlık dev bir enerji bataryaları kapasitesine ulaşılması gerekiyor. Oysa, dünya genelinde enerji bataryaları kapasite üretimi daha 1 terawattı yeni geçti.
Elbette, dünya ekonomisinin 300 yıl bekleyecek hali yok. 2030 yılına kadar yıllık yeni nesil enerji bataryası kapasite üretimini en az 10 terawatt ve üzerine çıkarmak gerekiyor ki, 300 terawatt'a ulaşmak 300 yıldan, hiç olmaz ise 30 yıla inebilsin. Ancak, esas sorun, enerjide 'teknolojik' dönüşüm için, yenilenebilir enerjide güneş ve rüzgar teknolojisi için ve bilhassa enerji bataryaları teknolojisi için gereken nadir toprak elementleri ve bu elementler kullanılarak üretilen nadir metallerde, dünya genelinde yine bir tedarik oligopol piyasa düzeni olması. Yani, Rusya, Ukrayna, Çin ve kimi Asya ve Afrika ülkelerinin kontrolünde olan bir hammadde düzeninden söz ediyoruz. Bu nedenle, 'doğal kaynak milliyetçiliği'nin de yükseldiği bir dönemde, örnegin 'geleceğin benzini" olarak nitelendirilen lityum iyon bataryalar, elektrikli araçların belkemiğini oluştururken, bu alanda ülkeler arasında rekabet nereye sürüklenecek, tüm dünya bu süreci dikkatle takip ediyor. Petrol şirketlerinin dahi 'petrol çağı'nın kapandığı gerçeği ile, enerji teknolojileri yarışına ve özellikle batarya yarışına girdiği bir dönemde, Türkiye'nin 'TOGG' hamlesinin ne kadar kritik önemde olduğunu sürekli hatırlayalım.