1929 Büyük Buhranı, o döneme kadar iktisat literatüründe tek hakim görüş olan 'liberal' anlayışın sorgulanmasına sebep olan ve devletin iktisadi yaşamda düzenleyici, denetleyici ve yönlendirici boyutta önemli görevler üstlenmesinin kaçınılmaz olduğunu teyit eden bir kilometre taşıydı. Dolayısıyla, 1750 Sanayi Devrimi'nden sonraki 180 yıla hakim olan 'fizyokrasi' ve 'neoklasik' anlayışı, 1929 sonrası, devletin ekonomideki vazgeçilmez rolünün savunucusu Keynesyen anlayışa yerini terk etti. 1960'lar ve 70'ler 'neoliberal' anlayışa yeniden evrilme, 1980'ler ve 90'lar 'neoliberal' anlayışın yeniden yükselişine şahit olsa da, Latin Amerika Krizi, Asya Krizi ve 2008 küresel finans krizi, her defasında Keynesyen anlayışının haklılığını teyit eden sonuçları önümüze koydu.
Küresel finans sisteminin en güçlü takipçilerinden, ürettiği veriler, paylaştığı raporlar itibariyle uluslararası finans sisteminin tüm paydaşlarınca büyük bir dikkatle takip edilen Uluslararası Ödemeler Bankası'nın (Bank for International Settlement, BIS) Başkanı Agustin Carstens de, küresel ekonomik sistemin, tarihi bir değişimin eşiğinde olduğunu hatırlatmış. Çünkü, BIS'in düzenli olarak açıkladığı küresel borç verileri başta olmak üzere, uluslararası finans ve ekonomik sisteme yönelik tüm veriler, sistemin genel felsefesinde ve işleyiş mekanizmasında köklü değişiklikler yapılmaması halinde, sistemin bütünüyle tıkanacağını ve işlemez hale geleceğini gösteriyor.
Enflasyonla mücadelede 'aşırı sıkılaştırılmış para politikası' patikasını tek çözüm olarak benimsemiş ve dünyaya da bu şekilde empoze etmeye çalışan 'neoliberaller', küresel ölçekte bir ağır resesyonu, gelişmiş ekonomilerde stagflasyonu, fakirleşmeyi, küresel borç yükünde katlanmayı ne acıdır ki, ne gariptir ki çok kolay sahiplenmiş durumdalar, Oysa aynı isimler bir yandan da dünya ekonomisi için 'yeşil dönüşüm'ü, 'enerji dönüşümü'nü, 'yeşil kalkınma'yı da savunan isimler. Merkez bankalarının aşırı yükseltilmiş faiz oranlarıyla hayli yükselmiş yatırım maliyetleriyle, yeşil kalkınma yatırımları, küresel tedarik ve lojistik sisteminin sürdürülebilirliği sağlayacak alt ve üst yapı yatırımları kısa, orta ve uzun vadede nasıl devam edebilecek ki? Bu soruya cevap bulmaya yönelik bir dertleri de yok hiç kuşkusuz.
Küresel tedarik ve lojistik sisteminde yürüyen süreçler iyileşmeden, küresel talep normalleşmeden, küresel ölçekte 'istifçilik', stoklama eğilimi ortadan kalkmadan, salt yüksek faiz artışlarına dayalı bir para politikası sıkılaştırma eylemi ile, küresel enflasyon sarmalından kurtulacağını düşünmek tuhaf bir durum. Oysa, küresel ekonomik sistemin 'bilinçli kapitalizm' anlayışına dayalı, insanı, çevreyi, iklimi, yeryüzünün geleceğini önceliklendiren yeni bir anlayışa yönelmeye, 'insan odaklı' bir değişime ihtiyacı var. Küresel pandemi ve Rusya-Ukrayna Savaşı, iki siyah kuğunun sebep olduğu ana ve artçı etkiler, küresel ekonomi için tarihi bir değişimin kaçınılmazlığını masaya getirmiş durumda. 'Enflasyonu küresel ölçekte ehlileştirmek' aşırı sert para politikası tedbirleriyle mi, yoksa 'bilinçli kapitalizm'in sağlayacağı tutumlu olma kültürü, tasarruf, kaynakların etkin kullanımı, insan odaklı ve 'enerji ve gıda milliyetçiliği' bencilliğinden uzak bir anlayışla mı mümkün; iktisat ekolleri arasında zor bir savaşa şahit olacağız.