18-20 Mayıs tarihlerinde Almanya'nın ev sahipliğinde, Bonn'da gerçekleştirilen G7 Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları Toplantısı'ndan çıkan en somut gelişme, dünyanın önde gelen 7 ülkesinin Ukrayna'ya 2022 yılı için 19,8 milyar dolarlık mali yardım yapılması konusunda anlaşmaya varmaları oldu. Aynı toplantıda, Rusya'nın dünya çapındaki mali varlıklarına el konulması suretiyle, böyle bir kaynağın Ukrayna'nın maruz kaldığı alt ve üst yapı tahribatının giderilmesine, kayıplarının telafisinde kullanılması konusu ise, gündeme gelmiş olmakla birlikte, bu sürecin nasıl yönetileceği konusunda somut bir çözüm oluşturulamadığı anlaşılıyor.
3 ayı geride bırakan savaşın tüm olumsuz etkilerine karşı, Ukrayna'nın ayakta kalmasını hedefleyen 19,8 milyar dolarlık mali yardım paketinin yönetimi Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) uhdesinde olacak. ABD Hazine Bakanı Yellen, Ukrayna'nın önümüzdeki 3 ay için acilen 15 milyar dolar düzeyinde talep ettiği mali yardım paketinden daha büyük bir paketi netleştirmekten memnun olduklarını belirtti. Yellen, Ukrayna'yı bu süreçte yalnız bırakmayacakları mesajını net olarak ortaya koyduklarını; bununla birlikte, Avrupalı muhataplarının da Ukrayna'nın ayakta kalması adına, mali yardım konusunda daha bonkör ve daha seri hareket edilmesi gerektiğinin farkında olmaları gerektiğini de belirtti.
Yellen, G7 platformunda, Avrupalı muhataplarına Rus petrol ve doğalgazını tümüyle yasaklamak yerine, 'tarife uygulaması' ile farklı bir çözüm de önerdi. Böylece, Rusya'nın fosil yakıt ihracatından elde ettiği gelir sınırlandırılmaya çalışılacak. Bu arada, bu defa Stuttgart'ta bir araya gelen G7 tarım bakanları da, savaş nedeniyle artan hububat fiyatları ile 'küresel gıda kıtlığı' tehdidini ele aldılar. Küresel pandeminin üzerine gelen Rusya-Ukrayna Savaşı, dünya ekonomisini 'çoklu kriz' ortamına sürüklemiş durumda. Bir tarafta küresel gıda güvenliği krizi, diğer tarafta bölgesel ve küresel enerji güvenliği krizi, bir başta boyutta küresel tedarik zinciri güvenliği krizi ve tüm bu 'çoklu kriz' ortamının tetiklediği 'küresel enflasyon' riski. Dünyanın önde gelen merkez bankalarının para politikası patika tercihleri ise bu tablonun üstüne 'resesyon riski'ni de ekliyor.
ABD Merkez Bankası'nın (FED) para politikası faiz oranını arttırma kararı ve arttırmaya devam edeceği yönündeki mesajlar, ABD ekonomisinden başlayarak, dünyanın önde gelen ekonomilerinde 'resesyon riski'ni de tırmandırmakta. Peki, küresel gıda güvenliği riskini de, bölgesel ve küresel enerji güvenliği riskini de, küresel tedarik zinciri güvenliği riskini de yönetmenin, belirli ölçüde çözmenin yolu 'üretim'den, üretimi teşvik etmekten geçiyor ise, enflasyon riski nedeniyle faiz oranlarını arttırarak, ülke ekonomilerini resesyona sürüklemek, 'üretim'in ve 'büyüme'nin sürdürülebilirliği adına, işgücünü korumak adına bir başka 'risk' oluşturmuyor mu?
Sanırım, önde gelen merkez bankalarının 'neoliberal ortodoks' bazlı düşünce yapısı ile, salt enflasyon riskine odaklanıp, faiz artışları ile ekonomileri resesyona sürüklemeleri, söz konusu 'çoklu kriz' ortamının daha da derinleşmesine yol açmaz mı? Umarım, merkez bankalarının resesyon riskini göze almalarının, gıda, enerji ve tedarik zincirini daha da derinleştirebilecek yönü olduğu da küresel ortamda birileri tarafından dile getirilir.