Küresel ekonomik sistemin önde gelen uluslararası kuruluşlarının 'kalkınmada yeni yaklaşımlar' boyutunda bir arayış içinde olduğunun farkındayız. Türkiye olarak, bilhassa son 10 yılda kalkınma hedefimizi çok daha yoğun bir şekilde 'Tam Bağımsız Türkiye'nin temelini sağlamlaştırmaya, perçinleştirmeye yoğunlaştırdık. 'Tam Bağımsız Türkiye', kendi teknolojisini üreten, kendi altyapı ve üst yapı ihtiyaçlarını kendi mühendislerinin tasarımlarıyla gerçekleştiren, her türlü mal ve hizmetin üretimi için gerekli olan girdileri, hammadde, ara mamülleri kendi kaynaklarıyla, yerli ve milli kaynaklarla karşılayan bir Türkiye anlamına geliyor. 'Tam Bağımsız Türkiye' için tanımladığımız bu sacayaklarının finansmanı adına da 'pozitif tasarruf' vazgeçilmez dayanağı oluşturmakta.
Bu nedenle, uluslararası ekonomik sistemden yüklü miktarda 'yabancı kaynak' kullanarak; yani 'sıcak para' olarak tanımlanan portföy yatırımları veya dış borçlanmaya dayalı bir finansman modelinden çok; Türkiye için öz kaynaklara, kendi yerli ve milli finansman kaynaklarına dayalı, en temel nokta olarak da 'tasarruf fazlası' veren bir ekonomi olmamız gerekiyor. Bilhassa, özel kesimin 'tasarruf fazlası', kamu kesiminin 'tasarruf açığı'nın üstündeyse, ülke ekonomisi tasarruf fazlası veriyor, demektir. 1980'lerin ikinci yarısının sonlarından, 2000'li yılların başlarına kadar olan dönemde, Türkiye'nin en ağır sorunu özel kesimin tasarruf fazlasının kamu kesiminin tasarruf açığının altında kalmasıydı.
Bu tablo bize 1994 ve 2001 krizlerini yaşattı. AK Parti'nin iktidar olması sonrasında gerçekleşen 'Anadolu KOBİ devrimi'yle, Türk özel sektörü ile özel kesiminin tasarruf fazlasındaki tarihi sıçramayla ve 'kamu mali disiplini'ni de bu tablonun içerisine dahil ederek, Türkiye'yi büyüme ve kalkınmada rekorlara imza atan, faiz oranlarını son 40 yılın en düşük seviyelerine çeken ve döviz kurlarını istikrara kavuşturan bir ekonomiye dönüştürdük. Ancak, 2006'dan sonra hız kazanan ve 2008 ile 2012 arası doruk noktasına ulaşan 'TL'deki aşırı değerlenme' döneminde, Türk özel sektörünün döviz cinsinden borçlanma alışkanlığının katlanması ve ithalatın ucuzlaması ile birlikte, cari işlemler açığımızın büyümesi, Türk özel sektörü ile özel kesimdeki 'tasarruf fazlası'nı azalttı.
Bu nedenle, ihracatta 2019'dan bu yana hızlanmış olan ciddi hamleler ile, Türkiye'nin 'dış ticaret fazlası' veren bir ekonomiye tam anlamıyla yoğunlaşmış olması tarihi önemde. İhracatta kırdığımız yeni Cumhuriyet rekoruyla, 225,4 milyar dolarla bitirdiğimiz 2021 sonrası, 2022 için 250 milyar dolar hedefi, Türkiye'nin yerli ve milli emtia ve enerji kaynakları hamlesiyle birlikte bizi 'dış ticaret fazlası' veren bir ekonomiye adım adım yaklaştırdıkça, Türkiye 'pozitif tasarruf'a dayalı kalkınma hamlesini de yeniden hızlandırmış olacak.