1990'lı yılların sonlarından bu yana, iktisat alanında etkisini arttıran 'neoliberal' ortodoks yaklaşım, 2008 küresel finans krizinin ana sebeplerini oluşturan 'ölçüsüz' ve 'kuralsız' liberal finans sistemi anlayışının mimarı olarak ağır eleştirilerle karşı karşıya kalmasına rağmen, bu yaklaşımın savunucusu olan ekonomistler, 'neoliberal' yaklaşımın kabahatlerini kapatacak ölçüde 'saldırgan' bir üslubu sürdürmeyi tercih ettiler. Bu durum bizi iki net sonuca götürdü; birincisi küresel finans sisteminin yeniden yapılandırılması ve dünya ekonomisini ağır bir borç batağından çıkarma şansını teptik. İkincisi, son derece hatalı bir algıyla, 'kalkınma' kavramı değersizleştirildi.
Kalkınma kavramının değersizleştirilmesi, reel sektörün ürettiği katma değerin kalitesinin arttırılmasının yanı sıra, istihdamın güçlendirilmesi ve tabana yayılmasına yönelik yeni yaklaşımlar üzerine yürütülecek akademik ve uygulamaya dönük akademik ve ampirik çalışmaları da geciktirdi. Ekonominin öz kaynaklarına ve yüksek katma değere dayalı, yeni istihdam olanakları üretecek bir ekonomik iklim yerine, 'borçlanma'yı önceliklendiren bir anlayışın etkisinde kalmayı sürdürdük. Bu anlayış, ne yazık ki 'kalkınma' kavramının değersizleştirilmesinin de etkisi ile, pek çok gelişmekte olan ekonomide büyümenin sürdürülebilirliğine dair sorunları arttırdı. Bu nedenle, başta Afrika Kıtası olmak üzere, Asya'dan Latin Amerika'ya, pek çok gelişmekte olan ülke 'kalkınma patikası'nı kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldılar. Üstüne, 'Kovid-19' küresel virüs salgını (pandemi) geldi.
Bugün, Birleşmiş Milletler'den (BM) Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma (OECD) ve Uluslararası Çalışma Örgütü'ne (ILO), önde gelen tüm uluslararası kurumlar küresel pandemi sonrası (postkovid) döneme yönelik olarak, yepyeni bir 'kalkınma' yaklaşımının önceliklendirilmesi gerektiği hususunda hem fikirler. Çünkü, 'kalkınma patikası'ndaki tıkanma, 'büyüyememe' sorunu, beraberinde reel sektörde ve istihdamda kırılmaya, vergi gelirlerindeki erimeye bağlı olarak bütçe açığında artışa ve son noktada da ülke ekonomisi açısından ağır bir 'borçlanma krizi'ne dönüşüyor. Bu nedenle, yeni bir kalkınma modeli, yeni bir kalkınma yaklaşımının sacayaklarının ne olması gerektiği de öncelik kazanmış durumda.
Üzerinde hassasiyetle durulan başlıklardan birisini 'ihracat başarısı'. Yeni kalkınma yaklaşımının 'ihracat bazlı' bir başarıya dayalı olması, özel sektörün özgüveni, küresel ticarete entegrasyon ve istihdam imkanları açısından önemli bir öncelik arz etmekte. Türkiye, bu noktada, son 20 yılda ihracatçı sayısını 4 katından fazla arttırmış bir ekonomi olarak, büyüme ve kalkınma başarısında 'ihracat'ın performansının nasıl vazgeçilmez olduğuna örnek teşkil eden bir ülke. İkinci önemli sacayağı 'kadın'ın ekonomide güçlü bir aktör olarak yer alması. Girişimcilik ve istihdam dünyasında 'cinsiyet eşitliği' vazgeçilmez bir başlık. Türkiye'nin bu alandaki performansı da kayda değer bir başarıya işaret ediyor. Ve, üçüncü sacayağını 'yeşil kalkınma', 'yeşil enerji' ve 'yeşil üretim' oluşturuyor. Türkiye'nin 'yeşil kalkınma devrimi' adımı da bu açıdan paha biçilmez. Türkiye'nin başarılarını sürdürülebilir kılmak adına, yeni kalkınma yaklaşımını daha da güçlendireceğiz.