Son 10 yıldır uluslararası düzeyde en kritik tartışma konusu ve çözümü için de önde gelen ülkelerin birlikte mücadele alanlarından birisi olsa da, küresel ölçekte 'çevre' ve 'iklim'in yeterince korunamamasının en kritik gerekçelerinden birisini, adete birbirini besleyen bir sorun ve bir 'açmaz' olarak 'küresel yoksulluk' meselesi oluşturuyor. Çünkü, küresel ölçekte yoksulluk, çevre ve iklimi koruyacak tedbir ve projelerin önceliklendirilmesi ve yeni finansman kaynakları oluşturulması adına en önemli zorlukların, engellerin başında geliyor. Ve, 'çevre'nin, biyoçeşitliliğin korunamaması, 'iklim değişikliği'nin sebep olduğu doğal afetler, az gelişmiş ekonomileri veya gelişmekte olan ekonomileri geçtik; gelişmiş ekonomiler de dahi yoksulluğu arttıran sonuçlara sebep olabiliyor.
Bu nedenle, aralarında Türkiye'nin de yer aldığı 19 önde gelen ekonomi ve Avrupa Birliği'nin üyesi olduğu G20'nin dönem başkanı İtalya'nın Napoli şehrinde geçen hafta gerçekleştirilen G20 Çevre Bakanları Zirvesi'nde, iklim, çevre, enerji ve yoksulluk arasında güçlü bir bağlantı olduğu ilk kez resmen tanındı. İklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı, kirlilik, habitat kaybı, istilacı yabancı türler, arazi bozulması, çölleşme, okyanus ve deniz sağlığındaki düşüş, tatlı su ve diğer doğal kaynakların sürdürülemez kullanımı pek çok yönüyle ekonomik ve sosyal yoksullaşmayı derinleştirmekte.
Bu nedenle, küresel çevre ve iklim meseleleri ile yoksulluk arasındaki güçlü bağı ilk kez resmi olarak tescil etmiş olan G20 ülkeleri; bu meselelerinin üstesinden gelmenin, insan refahı, sürdürülebilir ekonomi, sürdürülebilir üretim ve tüketim için gerekli olduğuna inandıklarını da beyan etmiş oldular. 25 maddelik sonuç bildirgesi, biyoçeşitliliği korumak adına, Birleşmiş Milletler (BM) '2021-2030 Ekosistem Restorasyonu' sayesinde oluşturulan '2050 yılına kadar doğa ile uyumlu yaşamak' vizyonunu gerçekleştirmeye yönelik yoğun çabaların memnuniyetle destekleneceğine işaret ediyor.
Bununla birlikte, küresel ölçekte başarı, gelişmekte olan ülkelere ve en az gelişmiş ülkelere hem mali, hem teknolojik, hem de kapasite geliştirme desteği verilmesini gerektirmekte. Türkiye ise, haklı bir talep ile, gelişmekte olan bir ülke olarak, Ek-1 ülke listesinde değişiklik istiyor. Bir çok gelişmiş ülkeden çok daha yüksek oranda iklim yatırımları yapan ve enerjide kurulu gücünün yüzde 52'sini yenilenebilir enerji kapasitesine dayalı olan, Avrupa'nın 5'inci, dünyanın 12'nci büyük ülkesi olan Türkiye, en büyük çabayı sarf eden önde gelen bir gelişmekte olan ülke olarak talep ettiği bu değişikliği fazlasıyla hak etmekte.
Bu noktada, başta Dünya Bankası, Avrupa Yatırım ve Kalkınma Bankası, Asya Kalkınma Bankası ve İslam Kalkınma Bankası olmak üzere, dünyanın önde gelen uluslararası yatırım ve kalkınma bankalarına, çevreyi ve iklimi koruyacak projelerin finansmanı için çok önemli bir rol düşmekte. Hatta, IMF'ye dahi. Ve, Türkiye gibi yeryüzüne olan sorumluluğu için mücadele veren ülkelerin çevre ve iklimi korumak adına ortaya koydukları çabayı 'ödüllendirecek' bir finansman mekanizması da olması gerekiyor. "Her yüzde 10 karbon salınımı azalışına, 1 puan daha ucuz uluslararası kredi imkanı" gibi. 30 Ekim-12 Kasım tarihleri arasında İngiltere'nin Glasgow Kenti'nde yapılacak BM COP26 Zirvesi öncesi, böyle bir 'ödüllendirme mekanizması' için de zihin yormaya değer.