Soğuk Savaş sona erdikten kısa bir süre sonra, 'Demir Perde' ve SSCB tehdidinin ortadan kalkması, üye sayısını artırmayı hızlandıran Avrupa Birliği (AB) kanadında bir 'Avrupa Ordusu'nun kurulması fikrini defalarca gündemin ön sıralarına taşıttırdı. Hatta, bir dönem, Almanya'nın bütünüyle Avrupa Ordusu'nun silahlarını üretmeye odaklanması gibi eksantrik fikirler dahi gündeme geldi. Ancak, üye ülkelerin sayısı, ülkelerin ulusal çıkarlarının sebep olduğu ayrışmalar ve farklı öncelikler, Avrupa'nın güvenliği adına kapsamlı bir strateji oluşturmayı hep erteletti.
Bugün, Almanya'nın 2020 haziranında öncülük ettiği, Fransa'nın 2022'deki dönem başkanlığında tamamlanması öngörülmüş olan 'AB Stratejik Pusulası' ile konu yeniden alevlenmiş durumda. Dr. Nurgül Bekar'ın Anadolu Ajansı için kaleme aldığı detaylar, Kriz yönetimi, mukavemet, kabiliyetlerin geliştirilmesi ve işbirlikleri olarak 4 ana başlığı içeriyor ve ABD'den özerk bir güvenlik ve savunma stratejisinin oluşturulmasını hedefliyor. Bu arayış, uzunca bir süredir AB ile ABD arasında 'netameli' bir konu ve Başkan Trump döneminde Atlantik'in iki yakası arasındaki gerginlikle daha da kabarmış durumda. Bu nedenle, yeni Başkan Biden'ın ABD-AB ilişkilerine yapıcı katkısı da merakla bekleniyor.
AB'nin 'Avrupa Ordusu' hayali de, 'AB Stratejik Pusulası' adımı da dönüp dolayıp şu temel ayrıntıya, daha da doğrusu 'belirsizliğe' takılıyor: 'AB'nin düşmanı kim; kimden tehdit algılıyor?'. Çünkü, ABD'nin ulusal güvenlik strateji belgelerinde de, başkanlar tarafından Kongre'ye her yıl sunulan ulusal güvenlik raporlarında da 'tehdit'ler sarihtir. Bu nedenle, AB'nin en önemli handikapı tehdit tanımı. AB, örneğin, Rusya ve Çin'i 'tehdit' olarak tanımlayabilecek mi? Çünkü, AB'nin , 'AB Stratejik Pusulası'yla etkin bir 'savunma ve caydırıcılık gücü' oluşturması ve coğrafyasında 'caydırıcı' bir 'liderlik becerisi' ortaya koyabilmesi, önce 'kimi' veya 'neyi' tehdit olarak algıladığını tanımlaması ile mümkün. Oysa, bugünkü AB'nin yapısı buna müsait değil.
Bu nedenle, kendisini NATO içinde yeniden konumlandıran, NATO üyeliğinin gerektirdiği savunma, silah ve mühimmat alanındaki yatırımları, harcamaları, teknolojik çalışmaları hızlandıran, NATO'daki konumunu güçlendiren ve NATO üyelerini 'AB üyesi' ve 'AB üyesi olmayan' diye ayrıştırmayan bir AB, ille de bir güvenlik stratejisi oluşturacak ise, bu süreci NATO'dan kopmadan ve Türkiye gibi vazgeçilmez bir 'stratejik güç'le daha uyumlaşarak yürütmelidir. Nitekim, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg de, AB nüfusunun yüzde 90'ının NATO ülkelerinde olmasına rağmen NATO'nun savunma harcamalarının yalnızca yüzde 20'sinin bu ülkelerden geldiğini hatırlatıyor.
NATO'nun Rusya, Çin'in yükselişi, siber saldırılar ve uluslararası terör gibi birçok sınamayla karşı karşıya bulunduğunu aktaran Stoltenberg, tek başına Avrupa'ya da tek başına Kuzey Amerika'ya da inanmadığını; ikisinin NATO içinde stratejik dayanışmasına inandığını hatırlatıyor. Stoltenberg, hiçbir ülke veya kıtanın, bugün karşı karşıya olduğumuz güvenlik sınamalarını tek başına yönetemeyeceğini; kuzeyde Rusya'ya karşı ABD, Kanada ve İngiltere'nin Avrupa'yı savunduğunu, bunların hiçbirinin AB üyesi olmadığını vurguluyor. Güneydoğuda ise Suriye ve Irak ile sınırı bulunan ve yine AB üyesi olmayan Türkiye'nin NATO savunmasında çok önemli rol oynadığını hatırlatıyor. Bu nedenle, AB'nin 'NATO'suzluğa değil, AB için NATO'nun vazgeçilmezliğine odaklanması daha doğru bir tercih olacaktır.