20. Yüzyıl'ın bütünü ekonomi alanındaki bilim adamları arasında, iktisat teorisinin farklı yaklaşımları boyutunda hayli sert bir 'çatışma' olanı olarak geçti. Neoklasik Okul ve bugün devamı niteliğindeki 'neoliberal' yaklaşım, özel sektör eliyle yürütülen ve 'tam rekabet'e dayalı bir piyasa ekonomisini, ekonomiye asla kamu müdahalesi olmamasını ve sermaye birikiminin, özel mülkiyetin önceliklendirilmesini savunur.
Neoklasik Okul ve 'neoliberal' anlayış, ülke ekonomisi veya dünya ekonomisinin bütününü ilgilendiren 'makro' meselelere ağırlık vermekten çok, 'şirketler'in ve 'birey'lerin 'çıkar'larını önceliklendiren 'mikro' bazlı bir bakış açısına sahiptir. Bu nedenle, 1918-19 İspanyol Gribi Salgını, 1929 Büyük Buhranı ve 2008 Küresel Finans Krizi'nde hiç bir çözüm önerisi olamamış ve 'yetersizliği' nedeniyle ağır eleştiri almıştır. John Maynard Keynes'in yaklaşımı ise, ülke ekonomisi veya dünya ekonomisinin bütününü ilgilendiren 'makro' meselelere ağırlık veren; ulusal ve küresel çaptaki sorunların çözümü adına 'ekonomiye kamu müdahalesi'nin kaçınılmaz olduğunu savunan bir bakış açısına sahiptir.
'Keynesyen' yaklaşım, pek çok boyutuyla daha 'hümanist', toplumun bütününün beklenti ve sorunlarına odaklanmış bir yaklaşım olarak öne çıkmakta. 20. Yüzyıl boyunca yaşanan temel siyasi, ekonomik, toplumsal değişim ve çatışmalar, 21. Yüzyıl'la birlikte o kadar hızlanmaya, o kadar derinleşmeye ve karmaşıklaşmaya başladı ki, iktisat teorisinin de artık basmakalıp yaklaşımlarla çözüm üretebilmesi mümkün gözükmüyor ve üzerindeki 'çözüm üretme' baskısı daha da artacak.
Ekonomik yaklaşımların özünün artık merkezine 'insan'ı yerleştirdiği, 'insanı yaşat ki devlet yaşasın" ilkesinin çekirdeği oluşturduğu yeni bir döneme geçiyoruz. Kapitalizm ise, bir ekonomi-politik ideoloji, bir model olarak var olacak ise 'hümanizm'le kendisini yeniden harmanlamak zorunda. 'Piyasa karı'ndan çok, 'sosyal kar'ı önceliklendiren; finansal spekülasyonu değil, artık üretimi, istihdamı, katma değeri, ihracatı ve 'adil' bir gelir dağılımını önceliklendiren yeni bir dünya. Sağlık, eğitim, temel mal ve hizmetler, adalet, özgürlük gibi konularda vatandaşına en yüksek kalitede hizmet üreten bir Devlet.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 6 Nisan'daki 'tarihe not düşen' konuşması da, iktisat teorisindeki vazgeçilmez kırılmaya, 'kapitalizmin insancıllaşması'na, vatandaş ile devlet arasında, 'vahşi kapitalizm'in dikte ettiği anlayışın aksine, bu defa devletin vatandaşına olan yükümlülüklerinin ve sorumluklarının tam olarak tanımlandığı, belirlendiği bir anlayışın ancak dünyanın 'bugün' ve 'geleceği'ni kurtarabileceğine işaret ediyordu. Türkiye, küresel virüs salgınında, bir devletin vatandaşına karşı tüm 'insani' görevleri adına dünyaya örnek olacak bir sürece, bir başarıya imza atıyor. Ekonomik zararlar bir şekilde telafi edilir. Ama, medeniyetin beşiği görülen AB ve bilhassa 'vahşi kapitalizm'in beşiği ABD 'hümanizmi önceliklendirme'de 'zihniyet' değişikliğine gitmezse, bunun 'sosyo-politik' bedelinin telafisi hayli zor olacak.