Türkiye'nin ulusal, bölgesel ve küresel meselelere yönelik gündemi hayli yoğun olduğundan, bu hafta gerçekleşen ve Avrupa Parlamentosu milletvekilleri ile AB Komisyonu Başkanı'nın seçileceği, Avrupa Birliği projesinin geleceği açısından bir 'kırılma noktası' oluşturabilecek seçimler gölgede kaldı. AB'nin tüm elit siyasetçileri, bürokratları ve akademisyenleri, AB'nin geleceği açısından bu haftaki seçimleri 'Avrupa'nın popülaritesini koruması veya popülizme sürüklenmesi' anlamında endişeyle takip ediyorlar.
İşin özü, yıl başından bu yana gerçekleştirilen anketler ve araştırmalar, AB tarihinde ilk kez, zaten AB projesinin karşısında olan aşırı sağ ve aşırı sol siyasi hareketlerin parlamentodaki sandalye oranının yüzde 28'e yükselebileceğine işaret ediyor. 28 AB üyesi ülkenin bütününde, ekonomik ve siyasi tablo gerçek durumundan ortalama yüzde 30 daha kötü algılanmakta. Bu oran, kimi ülkelerde yüzde 40'ı dahi aşıyor. Olumsuz algının bu derece güçlü olduğu bir ortamda, AB vatandaşlarının oylarını kızgınlıkla, adeta cezalandırırcasına daha radikal partiler lehine kullanmaları, AB'nin yakın geleceği açısından bir dizi sorunu da beraberinde getirebilir.
Avrupa Komisyonu'nun ekonomiden sorumlu üyesi Pierre Moscovici'nin. 'kuruluşundan bu yana AB'nin ilk kez düşmanları var' ifadesi endişeleri teyit etmekte. AB entelektüelleri, AB projesine şüphe ile yaklaşan kesimlerin oylarını artırmasının, AB taraftarı kesimlerin kendi içlerinde bölünmelerine sebep olmasından da endişe duymaktalar. Eurokratlar 'milliyetçi' ve 'aşırı sağ' olarak nitelendirdikleri popülistlerin Avrupa Parlamentosu seçimlerinde büyük başarı elde edebileceğine yönelik beklentilerini açıkça dile getirmekteler.
Avrupa açısından kritik önemdeki bir seçimin, 'belirsizliğini' koruyan Brexit süreciyle birlikte tartışıldığı, İngiltere Başbakanı May'ın istifa olasılığının bu yazıyı kaleme aldığımız an itibariyle kamuoyuna yansıtıldığı, dünya siyasetine damgasını vurmuş Almanya Başbakanı Merkel'in siyaset hayatını sonlandırmaya hazırlandığı bir konjonktürde, umutlar tüm bu siyasi kırılmaların Avrupa'nın büyüme ve ticaret dinamiklerine olumsuz yönde etkisinin olmaması. En önemli ticaret ortağımız Avrupa'daki bu önemli gelişmeler bizi ciddi manada ilgilendirmeye devam edecek.