2000'li yılların başlarına kadar, bir kısmı kendilerini modern, dinle pek de alakalı saymadıklarını ifade etseler de, Hıristiyanlar dünya nüfusundaki ağırlıklarına bağlı olarak, dünyadaki önemli şirket, holding, sivil toplum kuruluşları ve uluslararası örgütlerde üst düzey yönetici olarak ciddi bir ağırlığa sahiplerdi.
2000'li yıllarla birlikte, uluslararası araştırmalar İslam dinine ve Hindu dinine bağlı olduğunu ifade eden dünya vatandaşı sayısında önemli bir sıçrama olduğunu göstermeye başladı. Bugün 2.2 ile 2.3 milyar düzeyinde Hıristiyan'a karşılık, 1.8 ile 1.9 milyar arası olduğu ifade edilen Müslüman nüfus var dünyada. 2050 yılında ise, Müslüman ve Hıristiyan nüfusun 2.8 milyar düzeyinde birbirlerine tümüyle yaklaşacakları öngörülüyor.
Bunun anlamı her iki dinin mensuplarının küresel nüfusunun yüzde 30'ar oranındaki bölümüne karşılık gelecek olmaları.
Hindular yüzde 15'i oluşturmayı sürdürecekken, bir dine mensup olmadıklarını belirtenlerin oranının 2050'de yüzde 16.4'den yüzde 13.2'ye gerilemesi bekleniyor.
2010-2050 arası dünya nüfusunun ortalama yüzde 35 artması beklenirken, Müslüman nüfusta beklenen artış oranı yüzde 73. Hıristiyan nüfusta ise sadece yüzde 34. Bunun anlamı, 2050'de dünya ekonomisinde pek çok şirketin, holdingin, sivil toplum kuruluşunun ve uluslararası örgütlerin üst düzey yöneticilerinin arasında Müslümanların oranında çok yüksek bir sıçrama olacak. Acıdır ki, kaçınılmaz olan bu tablodan 1990'lı yılların sonlarında beri rahatsız olan ciddi bir batılı kesim var. Bu nedenle, Soğuk Savaş bittiği andan itibaren, 'İslam Karşıtlığı'nı, 'İslam Düşmanlığı'nı Müslümanların dünya ekonomisindeki ve siyasetindeki artan ağırlıklarını engellemek, durdurmak adına, kendi laboratuarlarında ürettikleri terör örgütlerini de kullanarak sahaya sürdüler.
Öyle ki, 'İslam' adı altında hareket ettiğini iddia eden, iddia edilen teröristlerin taktikleriyle, Yeni Zelanda'daki son terör saldırısının faili 'Hıristiyan' teröristin 'eylem taktiği' veya davranışları, 'ilginçtir!', birbirine tıpa tıp benziyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderlik ve vizyonunda, Türkiye uluslararası diplomasi alanında, insani operasyonlarda, ekonomik ve ticari işbirliği süreçlerinde, bölgesinde ve dünya genelinde, 'Anadolu'nun kadim kodları'nı kullanarak, ülkeler arasına serpiştirilmeye çalışılan 'düşmanlık' mikrobuna karşı 'antikor' üretiyor. Bu nedenle, 'Müslüman' ağırlıklı bir nüfusla, dünyanın Doğu'sunun küresel ekonomi-politikte ağırlığının artmasına deliriyorlar. Ve, yine bu nedenle, bu karanlık küresel güçlerin hedeflerinde Anadolu'nun 'kadim' kodları var.
Türkiye'nin bölgesi ve tüm dünya için 'Beka Mücadelesi'nin özü budur.