Aklıselim her Türk vatandaşı, ABD'nin gözümüzün içine baka baka, sınırımızda bir terör ordusunu, bir sonraki adımda bir terör devletini kurma girişimini hayret ve kızgınlıkla sorguluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğinde, Türkiye'nin bekası, ekonomik, siyasi ve askeri bağımsızlığı adına, milli ve yerli bir kurumsal sistemi her yönüyle yapılandırarak, Misak-ı Milli'ye sahip çıktığımız tarihi bir dönüşümü yürütmekteyiz.
Milli irade ve egemenliği ödünsüz perçinleyecek bu süreç ekonominin güvenliğinden ve güvenliğin ekonomisinden geçiyor.
Ekonominin güvenliği sürdürülebilir büyüme ve kalkınmadan geçmekte. Bu nedenle, 2014'ten bu yana GSYH büyüme performansının her şeyden önemli olduğunu, yeri geldiğinde enflasyonla mücadeleden tartışmasız ölçüde önceliklendirilmesi gereken bir konu olduğunu vurgulamaktayız.
TCMB'nin, söz konusu önceliklerin ışığında, para politikasını büyümenin dinamiklerine destek verecek şekilde kurgulaması, modellemesi kadar doğal bir süreç olamaz.
Türkiye'nin coğrafyasında, küresel ekonomi-politik sistem yeniden yapılanırken, Avrasya'da 'oyun kurucu' bir ülke olarak pozisyon alırken, Türkiye'nin ortalama büyümesini yüzde 5.5-6 düzeyinde tutabilmek, istihdamın korunması ve artırılmasının yanı sıra, ekonomi dünyasının, esnafın hayatını idame ettirmesi, finansman imkânına ulaşması adına da hayati önem taşıyor.
Türkiye'nin net ihracatının, ihracat amaçlı üretiminin bu sürece katkı sağlamasının yanı sıra, yurtiçi tüketiminin de, kamu harcamalarının da büyüme sürecine destek olması kritik önemde. Ekonominin güvenliği adına, merkezi yönetim bütçesinin milli gelire oranını gerekirse yüzde 1.5 düzeyine çıkarmanın bir gereklilik olması iyi anlaşılmalı.
Çünkü Türkiye'nin ekonomik çarkları döndükçe, üretim sürdükçe, istihdam korundukça, ekonominin dinamizmi ciddi bir vergi geliri sağladıkça, 'ekonominin güvenliği'ni sağlayabiliriz. Taşeron işçilerimizin kadrolaşma sürecini de, Kredi Garanti Fonu desteğini de, ekonominin güvenliği açısından kritik adımlar olarak okumamız gerekmekte.
Soğuk Savaş döneminin 'anglo- sakson', 'kapalı devre' ekonomik yaklaşımlarıyla, köhnemiş 'bağımsızlık' tanımlarıyla, ekonominin güvenliğini sağlayamayız.
Ekonominin güvenliğini sürdürülebilir kılmak, bilinmelidir ki, güvenliğin ekonomisini de sürdürülebilir kılmak demektir.
Türkiye'nin savunma endüstrisini milliyerli bir yapıya dönüştürmeyi başardıkça, Türkiye'nin bekası ve geleceği adına, coğrafyamızdaki tüm askeri operasyonları yürüttükçe, Türkiye'nin sınırlarını, Misak-ı Milli'yi güvenliğe kavuşturdukça, ekonomimizin güvenliğini de sağlarız, sağlıyoruz.
Bu nedenle, ekonomi aktörlerini ve piyasa profesyonellerini 'ekonominin güvenliği'ni sahiplenmeye davet ediyorum.