İngiltere'de seçimler yapıldı ve umulmadık, 'kazanan' partilerin dahi beklemediği bir sonuç çıktı. Kazanan derken İşçi Partisi'nin sandalye ve oy miktarını artırmasını kastediyorum. Buna karşılık Muhafazakâr Parti oy yitirdi. Sonucun o kısmı hem şaşırtıcı hem değil.
Şaşırtıcı, çünkü MP, Başbakan Theresa May tarafından savunulan Brexit'le birlikte kendine göre bir rüzgâr yakaladığını varsayıyordu. Doğrudur.
Brexit kararı olumlu çıkmış ve AB'den ayrılma hazırlıklarına başlamıştı Birleşik Krallık. Bunun bir uzantısı olarak MP'nin gene oylarını artıracağı, İP'nin tarihin en kötü sonucunu alacağı varsayılıyordu.
***
İşte öyle olmadı. Şaşırtıcı olan bu. Kitleler bu kadar kısa sürede nasıl böyle
yön ve ayak değiştirdi? Sorulacak sorudur.
Şaşırtıcı olmayan kısmı da işin
MP'nin gidişine dur denmesindeki zaruretti. Öyle
oldu. Olacaktı da. Çünkü
May zayıf bir Başbakan. Pek ne yaptığını bilmiyor. Erken
seçim
kumarını oynadı, kaybetti. Kendi
tabanı
dışındaki tabanların oyunu alarak
iktidar olan, yani özünde bir
koalisyon barındıran parti, o kitleleri kendi emir eri
sanırsa varacağı sonuç budur.
Ve bu sonuç dünyanın her yerinde benzeri şekillerde cereyan ediyor.
Fransa son örnek. Orada da bahsettiğim '
koalisyon' tersinden işledi. Yani,
Macron, kendi
doğal tabanının oyunu
almadı.
Hareket eden kitlelerin oylarını aldı. Bir
koalisyonla seçildi Fransa devlet başkanı. Öyle olduğu ve bunu anladığı için de (tabii kendisi de '
çekirdekten'
/ ideolojik olarak
sosyalist/ sol olmadığı için) gidip bir
muhafazakârı Başbakan koltuğuna oturttu.
***
Bütün bunlar üç şeyi gösteriyor. Birincisi,
demokrasi, daha önce de çok yazdım, artık ne
istediğimize göre kurduğumuz ve kullandığımız bir rejim değil. Ne
istemediğimize göre demokratik rejimi sürdürüyoruz.
Macron'u Fransızlar çok istedikleri için seçmediler.
Le Pen'i istemedikleri için seçtiler.
İP'ye İngiltere'de oyu onu
beğendikleri için değil,
MP'yi
beğenmedikleri için
verdiler. Bu sonunda
demokrasiye inançsızlık, partiler siyasetine kayıtsızlık demektir. Ve çok feci bir durumdan bahsediyoruz.
İkincisi,
kitleler ve siyaset artık ideoloji dışı / ötesi bir politika sürdürüyor.
Öyle olunca da hızla
parti değiştiriyor.
Bugün ortalama bir seçmen için İP veya MP,
ideolojik bir aidiyet duygusuyla bağlandığı parti değil. Kendisini
istemediğinden kurtaracak bir kalkan. Böyle olduğu içindir ki,
araştırma şirketleri artık seçmen davranışını
ölçemiyor. Artık hiçbir şeyi
öngöremiyor. Artık
yanlış üstüne yanlış yapıyor.
Üçüncüsü ve en ürkütücüsü, daha da devam etmek istediğim bir konu:
normalleşme ama
kötücül bir normalleşme (malignant normalisation). Terimi
Dissent dergisinde bir makale okurken öğrendim.
Tamamen farklı, daha ziyade
psikiyatrik bir bağlamda kullanılıyordu. Ama ben
siyasal yapıya uygulanabileceğini de düşünüyorum.
O da şudur:
demokrasinin ilk ilkesine göre, kitlenin kararı, doğru, haklı, meşru ve hâkimdir. Söylenecek söz yok.
Asıl mesele
kitlenin de kendi kararından memnun olmaması. Kitlenin de
istediği üstünden değil istemediği üstünden bir karar vermesi. Asıl değerlendirilmesi gereken
kaide bu.
Bunun sonucunda demokrasinin büsbütün
aşınması, işlememesi,
güçsüzleşmesi, kitlelerin büsbütün
savrulması mümkündür. Yani, demokrasinin ciddi bir revizyona ihtiyacı var. Ama demekle olmuyor işte Olmadığından bütün dünya şimdi
yeni bir demokrasi nasıl olabilir, demokrasi nasıl daha iyileştirilebilir sorusuna cevap arıyor.
Ben aramışım çok mu?...