Türkiye'nin birbirinden farklı cemaatlerden /topluluklardan oluşan bir ülke olduğunu biliyoruz. Türkiye birbiriyle asgari müştereklerde anlaşmış, öylece de kaynaşmış bir toplum değil.
Bir toplumda farklılıkların olması onun toplum olduğunu gösterir. Ancak daha ilkel topluluklarda ayrışmalar, farklar yoktur. Önemli olan o farkları nasıl yöneteceğimizdir. Nasıl o farklarla birlikte yaşayacağımızdır.
***
Demokrasi ve laiklik bu amaç içindir.
Farklılıkların bir arada yaşaması için bulunmuş araçlardır bunlar.
Üstelik
19. yüzyılda veya
20. yüzyılın başında değiliz. Hatta
1945'lerde de değiliz. Bugünün
demokrasisi o dönemlerden mukayese edilemeyecek
ölçüde farklıdır. Bugün çok
ayrıntıya inmiş, çok
incelmiş bir demokrasi anlayışından
söz ediyoruz. Her şeyin
hak ve hukuk temelinde
düşünüldüğü bir dönemdeyiz.
Türkiye böyle bir dünyada hâlâ bahsettiğim özellikleriyle ayakta durmaya çalışıyor. Hâlâ
temel haklar meselesiyle uğraşıyor. Hâlâ
demokrasisinin iç sorunlarını yaşıyor.
***
Bir nedeni bu durumun
tarihseldir. Bir diğer nedeni
sözleşme geleneğidir. Bir başka neden
toplumsal dönüşümün hızına gene toplumun ayak uyduramamasıdır.
Hepsi derece derece doğru. Ama bir husus var ki, o hepsinin ötesinde ve ilerisinde.
Toplum olarak
Türkiye henüz farklılıkların bir arada yaşamasını bir
kültür olarak benimsemiş değil.
***
Daha düne kadar
başörtüsü konusunda bu toplumun neler çektiğini biliyoruz. Neticede '
ikna odaları' gerçeğinden süzülüp geldik.
Ama bugün de bir kentin
otobüsünde bir kişi bir kadını
şort giydi diye darp ediyor. Gerekçe olarak, haliyle, olmadık sözler ediyor.
Hemen belirteyim: başörtüsü konusuyla şort giymiş kadının darp edilmesi ne tarihsel, ne toplumsal ne kültürel bakımdan birbirine eş, aynı anlayışla ele alınacak, karşılaştırılacak olgular
değil. Olamaz.
Gene de böyle bir toplumda yaşıyoruz işte.
***
O zaman bir karar vermek gerekiyor.
Geleneksel olanın
hukuksal norm haline gelmesine nereye kadar izin vereceğiz? Yoksa olması gerektiği gibi hareket edecek ve
hukuk normunu diğer tercihlerin üstüne çıkaracak mıyız?
Sorun bu. Ve bunun ne kadar ciddi bir sorun olduğunu başka bir örnekle,
Genco Erkal örneğiyle göstereyim. Bu sanatçımızın adı bir
sanat merkezine verilmiş. Şimdi, yıllar sonra kaldırıldı. Aynı şey başka sanatçılar için de geçerli. Daima böyle oldu.
Şimdi sormak gerek: Böyle bir adımın atılmasını sağlayan mekanizma nedir? Böyle bir tutumun dayanağı nedir? Yıllar yılı bu ülke
Nâzım Hikmet- Necip Fazıl, Mehmet Akif- Tevfik Fikret arasında sıkışıp kalmadı mı?
Bütün bunlar
norm oluşturamayan bir toplum olduğumuzu gösteriyor. Norm,
ortak değer demek.
Ortak değer ise
çoğunluk yargısı değildir.
Bektaşi ve
Nasrettin Hoca birbirinden çok farklı iki tiptir ama ikisi de toplumun ortak kabulü, ortak değeridir. Bu kabulü geçmişte göstermiş bir toplum bugün yapamıyor. Bu tespitin tartışılacak fazla bir yanı yok. Zaten kısıtlama ve sıkıntı da bu.
Türkiye bu darboğazı aşmak zorunda. Sadece
siyasal kültürle değil
toplumsal kültürle de ilgili bir yöntem bu sonucu yaratabilir. Onun nasıl kurulacağı ise ciddi bir projedir.
Sorarsanız söylerim...