En neticede MHP'de bir hengâme cereyan ediyor. Bunun o derecede basit ve kendiliğinden bir hadise olduğunu düşünmüyorum. Bu işi hafife almayışımın iki önemli nedeni var. Birincisi çok genel, ikincisi daha özel.
Önce özel nedeni, daha doğrusu nedenleri belirteyim.
Birincisi, MHP siyaset üretemeyen bir partidir. Kendisine ait tek boyutlu ('şehitler ölmez- vatan bölünmez') politikası dışında programatik bir yaklaşımı yoktur. Tepki oylarını alır. Onunla da yetinir. Bu o kadar böyledir ki, şimdi 'muhalifim' diyen adayların bir teki bile kalkıp herhangi bir program açıklamadı. Sadece 'ben genel başkan olayım' deniyor.
İkincisi, bu adayların profilleri bir şeyler söylemeli. Dört aday, teker teker neyi ve kimi temsil ediyor? Bu sorunun yanıtı meçhul. Aralarında sadece Meral Akşener malum. Ben de diğerlerinden biraz daha öne çıkan o aday üstünde durayım.
1990'larda derin devletle işbirliği yapmış, hatta onun politikalarını uygulamakla adeta 'mükellef' olmuş bir siyasetçinin, tam da böyle bir zamanda MHP'nin başına geçmek üzere aday oluşunu 'kendiliğinden' bir hamle olarak görmek, bu derecede soyutlamak bana olanaksız görünüyor.
Hele Devlet Bahçeli gibi bugüne kadar devletle olan irtibatında kendisini bu kadar kanıtlamış bir siyasetçinin 'karşısına' bir zamanların militer politikalarıyla özdeşleşmiş birisinin çıkarılması üstünde çok durulması gereken bir konudur. Hele de Güneydoğu'da bunca sert bir dönem yaşanırken bu gelişme daha da anlamlıdır.
Bu iki konu alt alta yazılınca ortaya çıkan toplam tam bir meçhuldür. Ama süreci Bahçeli yönetemedi. Yanlışlar yaptı. Öylece de başlangıçta kolaylıkla kazanacağı bir kongreyi yitirme aşamasına geldi. Ve öyle de böyle de yitirecek. Hatta yitirdi. Siyasetin konusunu, daha önce yazdığım gibi, usul hukukuyla halletmeye kalkınca yitirdi. Ötesini, günü geldiğinde ele alırız.