Nevzat (Taşkın) en parlak öğrencilerimden biriydi. Gene çok parlak bir öğrencim olan sınıf arkadaşı Murat'la (Karaege) bir gün odamın kapısını açıp girmiş, derslerde anlattıklarımdan etkilenerek, daha fazlasını konuşmak üzere beni yemeğe davet etmişlerdi. İkisi de İzmirliydi. Ben onları götürdüm yemeğe, doğal olarak.
Derken mezun oldular. Derken dost olduk. Önce Murat evlendi. Onun şahidi oldum. Cumartesi günü de Nevzat İzmir'de imza attı. Güzel ve sevgili Fulya'yla evlendiler. Hem o, hem artık benim de ailem sayılan ailesi gene nikâh şahidi yaparak onurlandırdı beni. Mutluluk diliyorum çocuklara. Uzun hocalık yıllarının böyle güzel ödülleri de oluyor.
***
İzmir'de bir zaman geçirdim. Ama öğlen nikâh akşam düğün olunca fazla dolaşamadım bu çok sevdiğim kentte. Oysa Alsancak bölgesinde dolaşmaktan,
Reyhan pastanesinde oturmaktan, bulvarlarında, ara sokaklarında yürümekten, kolonyal mi desem levanten mi desem bilemediğim eski yapılarına bakmaktan, palmiyelerini görmekten derecesiz mutlu olurum.
Eskiden daha sık gelirdim. Şekerci aziz dostum,
Ali Galip Irmak hayattaydı. Onun
Pasaport'taki yazıhanesinde, körfeze bakarak çok zaman geçirdim. Çocukluğumda babamın halası yaşardı. Onu ziyarete giderdik, çok uzun aralarla. Kadifekale'de otururlardı. Eşrefpaşa'da. Oraları da çok severdim. O tepelerden görünen denizi hiç unutmadım. Şimdilerdeyse, belki biraz saçma ama ne vakit İzmir'e gelsem kendimi California'ya, Los Angeles'a gelmiş sayıyorum. İzmir'de mola vermeden, bir gece kalmadan Güneye indiğim neredeyse yoktur.
O kadar severim İzmir'i. Demek böyle yazdığım için, zaman zaman,
Haşmet (Babaoğlu) beni İzmirli sanıyormuş. Bir defasında söylemişti. İzmirli dostlarım vardır.
Fehmi Koru üstadımız zaman zaman bahseder anılarından.
Fatih Çekirge İzmirlidir. Ama ondan hiç dinlememişimdir.
En büyük İzmirli dostumsa elbette, babam kadar yakınım,
Attila İlhan'dı. Şiirlerinde geçirir İzmir'i, '
alsancak Garına devrildiler/ gece garın saati bela çiçeği' diye yazdı mesela. O şiirin öyküsünü anlattı ama galiba 1963-73 arasında 10 yıl kadar yaşadığı bu şehirden konuşurken hiç bahsetmezdi. Bir tek sıcaklarından söz açtığını anımsıyorum. Onu da yazayım, İzmirliler, kentlerini muhakkak ki, severler ama ne hikmetse hiç anıları yokmuş gibi gelir bana. Hiç anlatmazlar. Belki çok içselleştirdikleri içindir.
Keşke daha fazla kalabilseydim. Daha çok zaman geçirseydim. Hava serinceydi. Ama gene de İzmir'in güzel kızları sokaklardaydı. Cumartesi öğleden sonra sokaklar, kafeler tıklım tıklımdı. Mağazaların vitrinleri güzel mavi gökyüzü koyulaştıktan sonra pırıl pırıl yandı. Arabaların stop lambaları kırmızı kırmızı parladı. Körfez karardı. Biz düğünün hengâmesine kapıldık.
***
Bütün bunlar iyi, bütün bunlar güzel. Gene de İzmir daha fazlasına layık değil mi? Her zaman söylediğim sözdür: dünyada hiçbir şey yokken
Smyrna vardı. Bir şehir düşünün etrafında belki 50-60 kilometrelik bir çemberde bu kadar çok tatil yeri, antik kent, zenginlik bulunsun. Ama o kent bu ölçüde içine kapansın. Dışarıdan gelirken sadece dağlarını kaplamış gecekonduları görünsün. O gecekondular bir karış boş yer bırakmasın. Kent büyük, varsıl, güçlü bir kentin izlerini yansıtmasın. Hiçbir düzeyde. Hiçbir şekilde. O büyük levanten kültürün mirası her gün biraz daha eksilsin, erisin, eprisin... Can sıkıcı bunlar ama bu bahsi daha fazla sürdürmek istemiyorum şimdi.
***
Pazar sabahı uyandım. Uçağa gitmek için hazırlandım. Camlardan görünen İzmir bir su damlası kadar güzel, masmavi ve saydamdı. Saate baktım. Sekiz! O dakikada anladım. En sevdiğim İzmir şiirinin,
Cahit Külebi'nin çok güzel şiirinin içinde yaşıyordum: '
Şimdi İzmir'de sabahın sekizi/ Karşıyaka'da, Alsancak'ta, Güzelyalı'da/ Bir ağ dolusu balık gibi gençliğimizi/ Daha yeni çektik denizden, rüyalarımızı da.../ Türküler övüyor sevgimizi...
İzmir, benimdir dedim...