Sayın Cumhurbaşkanıyla Danimarka'ya üç günlük bir ziyaret boyunca bilmediğim bazı gerçeklerle karşılaşınca o içinde bulunduğum toplumun mu yoksa bizim şu hengâmeler içinde sarsılan toplumumuzun mu gerçek olduğunu düşündüm durdum.
Meğer Osmanlı İmparatorluğu en eski antlaşmalarından birini Danimarka Krallığı'yla yapmış. İlk anlaşma bundan 258 yıl önce imzalanmış. O günden beri de hayli iyi ilişkiler sürdürmüşüz. Müthiş bir Türkiye bilinci var Kopenhag'da. Dünyanın her yerinde İstanbul adı geçince, duydum çok güzelmiş, gitmek istiyorum diyeni gördüm de hiç böyle tanıştığım herkesin İstanbul bir yana bana karış karış Türkiye anlattığı bir ülkede bulunmamıştım. Senede 400 bin turist geliyor bize her yıl oradan.
Türkiye bilinci neden bu derecede yüksek bilmiyorum. Belki Danimarka'da yaşayan Türk sayısından. Belki Kuzey ülkelerinin melankolisi ve soğuğundan kaçıp sıcak ve canlı bir yere gitme isteğinden. Sonunda insanlar geliyor. O kadar ki, Kraliçe hazretleri evlendikten sonra 1967'de balayı için Türkiye'ye gelmişler. Cumhurbaşkanı Gül, o haberi kapsayan Milliyet gazetesinin birinci sayfasını hazırlatıp kendilerine armağan etti. Cumhurbaşkanlığımızın verdiği resepsiyonda benim refakat ettiğim Prens hazretleri de eşlerine Bodrum'da bir otelde evlenme teklif etmişler.
***
Bunlar hoş şeyler. Ama daha hoş şeyler de var. Birincisi iki ülkenin de ekonomisi yaklaşık
350-400 milyar dolar. Buna mukabil iki ülke arasındaki ticaret hacmi
1.8 milyar dolar. Olacak iş değil. Bu nedenle
Cumhurbaşkanı Gül her konuşmasında söz konusu rakamın büyütülmesi gerektiğinden söz etti.
Mutlaka geliştirilmeli bu rakam. Ama bir noktayı dikkatinize sunayım. Doğrudur, biz de 350-400 milyar dolarlık bir ekonomiye sahibiz Danimarka gibi ama biz
80 milyonuz, onlar
5.5 milyon. Buna mukabil, onların kişi başına düşen geliri
40 bin doların üstünde. Biz henüz
10-12 bin dolar seviyesindeyiz. O da son bir iki yılın serüveni.
Bu nasıl oluyor derseniz, beni o seyahat boyunca çok çarpan bir konuyla cevap vereyim. Bir
Yeşil Ev'e gittik. Buradaki yeşil,
yeşil enerji, yani çevreyle uyumlu, güneş ve rüzgârdan elde edilmiş, yeraltından, fosillerden temin edilen petrol, kömür gibi yakılınca çevreye zararlı maddeler üretmeyen enerji manasına geliyor. Vurucu yanı şu, işin:
2050'de fosil yakıt kullanımı sona erecek. Nispeten yetersiz kalacakları alan, arabalar. Ama bugün dahi Kopenhag halkının
% 50'si tüm araç trafiğini
bisiklete indirgemiş durumda. Diğer şehirlerde bu oran daha yüksek.
İşin insanı şaşırtan yanı şu: Danimarka bu kararı
1970'lerde petrol krizi çıktığında vermiş. Kırk yılda bugüne erişmişler. Kentlerini o karar doğrultusunda planlayıp, altyapılarını yenilemişler. Planlarını bilimin ışığında, gelişmeleri kapsayacak şekilde sürekli tazelemişler.
Bu bana şunu düşündürdü. 1970'lerde, Kuzey ülkeleri,
sosyal demokrasinin, demokrasinin, insan haklarının, özgürlüğün neredeyse merkeziydi. Bugün de bu niteliklerini koruyorlar.
1945 sonrasında o kararı vermişlerdi. 30 yılda dünyada bir odak noktası oldular. Gene 40 yıl önce bir karar verdiler ve bugün bir başka odak noktası durumundalar. Muhtemelen bugün de birtakım kararlar veriyorlar. 40 yıl sonra muhtemelen onun merkezi olacaklar.
Bana sorarsanız tüm bunların altında tek bir neden yatıyor:
demokrasi ve bilim! Eğer demokrasi gerçekten işleyen bir siyasal sistemse daima daha iyiye götürüyor o toplumu. Çünkü demokrasinin özü insandır ve insan daima iyiyi, doğruyu ve güzeli ister. Ve bilim: her şeyi onun nesnelliği ve doğrultusu içinde biçimlendirmek.
Gençliğimde gidip çok yaşamak istediğim Kuzey'in bu defa sokaklarında dahi dolaşamadım ama eskiden sadece sükûnet ve melankolisine gıpta ettiğim o kültür bu defa beni daha da derinden etkiledi.
Nasıl etkilemez ki?...