Şehirlerin kapıları ömrün kapıları gibidir. İnsan, ömrüne kentlerin kapısından geçerek girer. Bir kente girince insan daha önce oraya ne zaman geldiğini, ne yaptığını düşünür. Yıllar geçip gitmiştir. Bunu bilir de geride kalanın, tortunun ne olduğunu bilmez. Ömür hangisidir, geçip gidenler mi, kalanlar mı? Kaçıncı gelişim bu kente? Kaçıncı gelişim demek, kaçıncı geçmişim demektir, çünkü asla bir tek geçmiş yoktur, geçmiş daima yenilenen, tazelenen, sürekli olarak değişen, yeniden kurulan bir varlıktır ve hatırlamak daima acıtır. Ah, olvido: unutuş!
***
Madrid'i, birkaç anıyla, anımsamayla yaşıyorum. İşte ilkini andım,
Dıranas'ın büyük şiirinin adı:
olvidoSonra sert, bıçkın, hızlı
Attila İlhan'ın şiirlerine damlayan İspanya. O da
Nada nada y nada diyordu ve
nada "hiç" demekti. Sonra arada bir şiirlere, anılara girip çıkan Paris kafelerinden dostu Pablo. Ve unutulmaz
no pasaran'ı: "
neden hep böyle gözümü yumsam/ Madrid kapısında/ nöbet tutmaya dönüyorum..."
Benim için de Madrid, tabii ki,
İç Savaş. Tabii ki,
Hemingway. Tabii ki, sosyalizm. Önce ve daima
Dolores İbarruri, yani
La PasionariaSonra ve daima
Semprun! Sonra
Carillo!
Bir taksiye biniyorum. Radyo açık. Çok dolgun ve provokatif İspanyolca, sanki beni bekliyormuş gibi, kalın ve tok bir erkek sesinden etrafa yayılıyor. "
Partido Socialista" sözcüklerini duyuyorum. Ansızın oralardayım işte, bir yerlerde, başka bir zamanda. Tekrarlıyorum sözcükleri, yüksek sesle. Şoför kendisine söylenmiş sayıyor ve "nah sosyalista" diyor, galiz bir küfür ve o malum el hareketi. Oysa kıpkırmızı çerçeveli gözlükleri var. Başımı çeviriyorum, camda, bembeyaz ve tüyleşmiş saçları, yorgun yüzü ve artık hep başka bir yere bakan gözleriyle
Semprun. Çağ geçiyor. Doğru. Ama içimden, insan yaşadıkça diyorum, sosyalizmin, hatta komünizmin, bırakalım pratiklerinin binlerce hatasını, ülküsünü kimse ortadan kaldıramaz. Bütün dinlerin özü komünizma olduktan sonra...
***
Büyük ve muhteşem bir kent
Madrid. 19. yüzyılın mimarisi ve estetiği bir açık hava müzesi gibi bağrında. Çok ağır bir ekonomik krizin ortasındayken bile kent, geceleri, turuncu ve hayli şiirsel bir ışığın altında yayılıyor. Bulvarların genişliğini görünce, kim bunları tasarladı ve niye bizde bu muhayyile olmadı diye sormamak mümkün mü?
Evet, ağır bir krizin içinde İspanya. Neredeyse Madrid'te dağ taş satılık.
6.5 milyon işsiz var,
gençler arasında işsizlik oranı % 60. Sosyalizan bir devlet yapısının bütün yükünü çekiyor ekonomi. Erken emeklilik, bir kere devlet memuru olduktan sonra yaşam boyu devletin insana bakma zorunluluğu. Yaşlı bir nüfus ve uzayan ömürlerin getireceği ek yükler. Sosyal güvenlik devletinin yükümlülükleri. AB parasının yalan yanlış harcanması ve nihayet bugün: Almanya'nın iki dudağı arasında biçimlenen kader!
***
Dünyaya romanlar, şiirler, müzikler, resimler, felsefeler armağan etti bu ülke. Bu ülkede din her şeyden daha fazla önem taşıdı. Ama
Arap kültürü Madrid'in 70 kilometre dışında bile alabildiğine canlıydı ve orada,
Tulaytullah'ta,
Toledo'da yani,
El Greco yaşıyordu, Yunanlı, Bizanslı da derim ben ona. İslam'dan Katolisizme uzanan çağlar. Bugün de kent merkezinin azıcık dışında o çeşitlilik, o canlılık, Arapçanın, İspanyolcanın, Ladinonun birbirine karışan tınısı!
Kentlerin kapıları, ömürlerin kapılarıdır.