Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Gül'ün konuşmasının şifreleri

Önce, Gül'ün konuşmasını da Erdoğan'ın konuşması gibi ana hatlarıyla ele alalım.
Belkemiğini saptayacak biçimde özetlemek gerekirse Cumhurbaşkanının konuşması bir demokratikleşme deklarasyonu mahiyeti taşıyordu.Türkiye'nin üç temel sorununa değiniyordu Gül. Birincisi, seçildiği halde tutuklu olan milletvekillerinin durumu. Bu eleştiri o seçilmişlerin gerçeğini vurgulamakla kalmıyordu. Onu aşacak biçimde Cumhurbaşkanı düşünce özgürlüğünü dile getiriyordu. Türkiye'nin terörle fikir ifadesi arasındaki farkı ayırt etmesini istiyordu Gül. Bu demektir ki, sistem dönüşümü dediğimiz, demokratikleşme dediğimiz hareket henüz Türkiye'de tamamlanamamıştır ve bu konuda yapılması gereken çok şey vardır.
İki, Cumhurbaşkanı AB konusuna vurgu yapıyordu. Bu da AB gerçeğini çekirdeğinde saklı tutan ama dış politikayla ilgili bir karinenin ortaya koyulmasıydı. Nitekim Gül çok dikkatli bir biçimde OD siyasetine değiniyor, bu siyaseti ve dış politikayı ana hatlarıyla doğru bulduğunu belirtiyor ama yapılmaması gereken yanlışları da dikkatli cümlelerle ifade ediyordu. Bu bakımdan komşularla kurulmuş iyi ilişkilerin korunması esastı, Gül için. Yakın komşular arasındaki zıtlaşmalar ise geçiciydi.
Üçüncüsü, terördü. Konuşması Gül'ün Kürt sorununu gene bir demokratikleşme konusu olarak gördüğünü açıkça belirliyordu. Gül, bu alanda yapılanları saydıktan sonra "demokratik standartları yükseltmek"ten söz ediyordu.
Tüm bunları çözecek nirengi noktası anayasa idi Cumhurbaşkanına göre. Gül, son dönemdeki tartışmalara da bir cevap mahiyeti taşıyacak biçimde anayasanın % 100 uzlaşmayla yapılamayacağını belirtiyordu. Fakat asıl vurgu çok önemli olan vatandaşlık mukavelesi kavramınaydı. Gül'e göre anayasa bir vatandaşlık mukavelesiydi. Aynı şekilde Gül Başkanlık sisteminin enine boyuna tartışılmasından yanaydı.
Cumhurbaşkanı hükümeti gerek ekonomik gerekse politik konularda açık biçimde övdü. Son yıllarda Türkiye bir "yumuşak güç" olmuştu, diğer başarılarının yanında. Ve Türkiye gene bu dönemde Cumhuriyet tarihinin en güçlü dönemlerinden birini yaşıyordu. Kısacası hükümetle genel ve esaslı bir çelişkisi yoktu Gül'ün. Ama hükümetle tam bir uzlaşı içinde de değildi.

***

Şimdi gelelim yoruma.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Meclis konuşması sadece Başbakanın bir önceki günkü Kurultay konuşmasının hemen ardından yapıldığı için ilginç değildi. Şu saydığımız niteliklerinden ötürü konuşmanın doğası, dokusu, mantığı ve vurguları da kendi içinde dikkat çekici özellikler taşıyordu. İki konuşmanın birbiriyle mukayese edilmeksizin ele alınması neredeyse olanaksız. Aynı şekilde her iki konuşmanın içeriği önümüzdeki iki yılda iki siyasetçinin önem ve öncelik verecekleri hassasiyetleri iki tarz-ı siyaseti belirlemesi ve berkitmesi bakımından ayrıca önemliydi.
Erdoğan icracı bir politikacılığın söylemini kullanırken Gül konuları daha yukarıda duran ve oradan bakan bir siyaset kurucusunun tavrıyla ele alıyordu. Erdoğan, İslam ve OD üstünden dünyaya açılan bir anlayışın öncüsü ve mimarıydı. Gül Batı ve AB'yi hâlâ önemsiyordu. Demokrasi ve özgürlük gerek birer münferit olgu olarak gerekse Batı-AB ekseninde Gül için öncelikli ve vazgeçilmezdi. Erdoğan'ın yer yer çok duygusallaşan ve İslami bir metafiziğe yaslanan anlayışına karşılık Gül soğukkanlı ve rasyonel bir siyaset çizgisini tercih ediyordu.
***

Türkiye son on yılı bu iki siyasetin senteziyle geçirdi. Bundan sonrası gene bir sentez mi yoksa bir ayrışma mı olacak sorusudur şimdi önümüzde duran.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA