Balyoz davasının epeyce ağır, hayli sert ve çok ciddi bir kararlılığı yansıtan sonucu uzakta bir yerdeyken bana ulaştığında aklımdan yıldırım hızıyla bir soru geçti: bu karar aslında çok kısa sayılması gereken, hepsi hepsi 100 yılı ya bulan ya bulmayan "modern" Türk siyasal tarihinde bir dönüm noktasını teşkil ediyor mu?
***
Çok kısa bir süre içinde bu değerlendirmeyi birkaç kez yaptık. Böyle bir yargıyı kullandığımız her defasında işin içindeki ana aktör
orduydu. Son birkaç yıldır
YAŞ kararları da içinde olmak üzere
orduyla siviller arasında cereyan eden her "sert" ilişkiden sonra benzeri bir değerlendirmede bulunduk. Haklı ve doğru bir tepkiydi. Çünkü sonuç itibariyle
ordunun ve bürokrasinin modernleşmesiyle başlayan ve onların üstünden topluma yayılan
bir dönüşüm sürecinin içinden geliyorduk.
Çok
"masum" duran bu yapısal tarih önümüze çok zorlu bir sonuç çıkardı. Ordu da kendisini modernleşmenin ve onun ideolojisinin sahibi saymaya başlamıştı ve
Abdülaziz döneminden başlayarak, sivillerin her sistemli karar alma aşamasında darbeye yönelmişti.
1960 sonrası tam manasıyla budur.
Kabul edelim ki,
1950'ye kadar zaten
ordu siyaseti hâkimdir Türkiye'ye. Siyasetin modernleştiği, toplumun bütün kanatlarıyla siyasete girdiği, sınıfsal ve çıkar çatışmalarının yoğunlaştığı bu dönem 1960 darbesiyle kapanırken ordu çok sert bir karar vermişti:
asker siyasete karşıydı. Yanlış anlaşılmasın bu söz "asker siyaset yapmak istemiyor" demek değildir. Tersine, asker kendi dışındaki unsurların siyaset yapmasına karşıdır.
Asker toplumun siyasallaşmasına karşıdır. Asker
siyasal topluma karşıdır. Asker
bürokratikorganik toplum istemektedir.
Modern dönemin Cumhuriyet de dahil benimsediği
tavandan modernleşme kararı ve onun sistemli uygulamasının siyasetle birlikte
tabandan modernleşmeye dönüştüğü kabul ediliyordu ordu tarafından ve buna şiddetle karşı çıkılıyordu. Erginleştiğine, kendi kendisini yöneteceğine inanılmayan bir toplumun "kendi başına bırakılırsa" modernleşme çizgisini kaybedeceğine ordu inanmıştı. Oysa tam da toplumun o "kendi başına" yani son zamanların meşhur tabiriyle "
vesayetten" kurtulmuş bir biçimde icra ettiği faaliyetlerin modernleşme olduğunu bilen yoktu.
Modernleşme sonunda sosyolojinin değişmesi, sosyolojinin değiştirmesidir. Budur kendi kendinelik.
***
Neticede ordu
1994 sonrasında klasik refleksini gösterdi,
28 Şubat ve
27 Nisan darbelerini hazırladı. Bunların bazıları farklı biçimlerde icra ve tezahür etti, bazıları teşebbüs safhasında kaldı. Ama ordu bildiğini yaptı.
Bugün verilen karar, bu karara giden yol elbette bir değişime tekabül ediyor. Her kararın teknik boyutu tartışılır, bunu öncelikle yargı tartışır,
temyiz denen şey budur. Bu kararlar da tartışılacaktır. Ama karşımızda duran sonucun büyük anlamıyla karar birbiriyle aynı şey değildir. Sonuç uzun bir tarihin sona erdiğini gösteriyor. Farklı bir geleneğe sahip bir toplum bu kararlardan ürküntü duyuyor.
Bunu da bir başka
darbe olarak nitelendiriyor.
Radikallik ve
metot bakımından ve
metaforik anlamda öyledir. Bu defa siviller askerleri yargıladı ve mahkûm etti.
Sonucun objektif olarak neler doğuracağını izleyeceğiz.