Yaz günü kimse bir şey okumuyor. Gitgide koyulaşan sıcaklar, artan nem, yıpranan beden insanı gündelik hayatın dışına itiyor. Ne yazmalı? Bu soru yazacak konu bulamamaktan değil, tersine, hem de şu günlerde, konuların kalemin ucuna hücum etmesinden, üşüşmesinden kaynaklanıyor. Belki şimdi çok gözde bir yöntem olan "kutular" halinde yazmak en iyisi. Ama bana göre olmadığı için iki konuyu iç içe geçirerek yazayım.
***
Ekonomi Bakanı
Ali babacan bin yıllık bir gerçeği dile getirmiş
. Ekonominin güçlenmesi için hukuk devletinin güçlenmesi gerektiğini belirtmiş. Bu gerçek
Batı kapitalizminin belkemiğidir. Daha önce
New York'ta katıldığım bir toplantıyı yazmıştım. "
Borçları ödemeyelim" sloganının içini doldurmak, yöntemini bulmak maksadını taşıyordu görüşme. Orada da belirtmiştim. Kapitalizmin temel dayanağı
güvendir. Borç güvenin bir değişkenidir. Sistemin özü
sözleşmedir. Hukukun temel taşı da sözleşmedir. Bilenler bilir, bugünkü kapitalizm bu olgunun güvence altına alınmasından sonra başlamıştır.
Dolayısıyla borçları ödememenin çok kritik bir eşiği var. Banka sisteminin mevduata % 1'in altında gelir/faiz sağladığı bir düzende eğer kredi kartı borçlarına % 35 civarında faiz uygulanıyorsa bu sözleşmeye aykırı bir durumdur ve elbette isyan haktır. Aynı şekilde okul ücretini karşılamak için alınan borca, ev edinmek için verilen krediye uygulanan faiz oranı da fahiş miktarlardaysa ödenmemelidir. Çünkü bu sözleşmenin dışına çıkıldığının bir göstergesidir.
Kapitalizmin hukukla iç içe geçmesinin bir diğer nedeni
mülkiyettir. Çünkü sadece güven değil,
liberal teorinin ve ekonominin (yani kapitalizmin) özünü
mülkiyet sistemi meydana getirir. Mal edinme, sahiplenme, onu taşıma bir hukuki durumdur. Mülkiyet hakkının olmadığı bir düzende kapitalizm ve piyasa ekonomisi olmaz. Kapitalist ülkelerin
Batı dışına açılırken hukuk rejimini düzeltmek istemelerinin altında yatan ana gerekçe budur. Türkiye'den
Tanzimat Fermanından AB'ye kadar hep hukuk yapısını değiştirmesini Batı'nın talep edişi de bu nedenledir.
***
Haklıdır Babacan. Söylediklerine ilave edecek bir şey yok. Ama tam da bu açıklama bir noktayı işaret etmeyi zorunlu kılıyor: Babacan'ın şu söylediklerini somutlaştıracak adımlar son on yılda daha etkin şekilde atılamaz mıydı? Türkiye bugün hukuk devleti olmak bakımından çok daha ileri bir noktada yer alamaz mıydı?
Böyle bir eksiği yaşadığımız muhakkak. Çok önemli, bana göre
devrim niteliğinde gelişmeler sağlansa da son on yılda, aynı derecede önemli şeyler de eksik kaldı. Belki daha köklü bir zihniyet değişikliği gerekiyordu. En zor olan bu hamle yeterince güçlü bir şekilde yapılamadı.
***
Ama bazı şeylerde de direnildi. Hem de bu kadar başarıya rağmen hiç gerek olmayan noktalarda kendisini gösterdi o anlamsız direniş. Bunlardan sonuncusu işte
işkenceci polis müdürü.
Bu kadar çelişki olabilir mi? Türkiye bir yandan
12 Eylül'le hesaplaşıyor, hesaplaşılamaz diyenler mahcup oluyor,
12 Eylül anayasası değiştiriliyor,
12 Eylül'ün "
sahipleri" mahkemeye çıkarılıyor ama aynı Türkiye bir
işkenceci polisin terfi almasına, yeni bir makama atanmasına göz yumuyor. Yetinmiyor, bürokrasi ve siyasi irade bu polisi savunuyor, sahipleniyor. Bir eliyle yaptığını Türkiye öteki eliyle yıkıyor.
Buna gerek var mı, olabilir mi?
İşkenceci polisten güçlü ekonomiye giden bir yol var!