Soru yeni bir solun bağlamının ve zemininin ne olacağı...
Borges'in kitabının adıyla söyleyeyim: "yolları çatallanan bahçe"deyiz. Bir açıdan bakılırsa yanıt çok kolay, Marx ve Lenin genel sistematiği oluşturmuş durumda. Onları izleyerek ve onları yeniden üreterek bir sonuç alınabilir.
İnanılan o, "yeniden üretim"...
***
Bu o kadar kolay bir yöntem değil. Hem bir iktisat modeli olarak Marx'ın çeşitli kısıtlamaları var hem de dayandığı
19. yüzyıl Alman materyalist anlayışının temellerini bugünkü dünyaya uyarlamak zor. Son tahlilde Marx, Hegel'den hareket ederek
tarihin sonu tezini savunuyordu.
Proletarya diktatoryasının bu aşamaya toplumları ve insanlığı getireceği inancı içindeydi.
Daha önce yazdım, tekrar edeyim: bin türlü nedenden ötürü, tümüyle bir kurgu olsa dahi, toplumsal gelişme dinamiklerini açıklamak bakımından Marx'ın bugün de çok etkili olduğu kanısındayım, bütün o
Asya toplumları-Avrupa toplumları farkına falan rağmen. Tümüyle kişisel bir entelektüel tercih olabilir ama o "makine"den daha büyüğü henüz yapılmadı.
Bütün eksikleri bilsem de görsem de böyle.
Fakat
politik olarak Marx'ı
ekonomik olandan koparmak olanaksız. Eğer iktisadi planda sorunlar varsa politik mekanizma da sorunlar üretmeye başlıyor o düşünce sistematiğinde. Hele
Sovyetler Birliği ve Çin uygulamalarından sonra
reel sosyalizm üstünden yeni bir şey üretilmesinin neredeyse olanaksız olduğunu kabul ediyorum.
***
Bütün bu "
ahval ve şerait altında dahi" sosyalizm düşüncesinin kendisine özgü bir hâkimiyet alanı var. Var çünkü temel önerme ortada duruyor:
sömürü ve eşitsizlik. Gelin görün ki, bugünkü dünyada sömürü dediğimiz olgu karmaşıklaşmış durumda. Tamam, "
artık değer" (surplus value) esas ise oradan hareket edebiliriz ama onun nasıl ürediği değerler ve fiyatlar düzeyinde artık çok karmaşık bir sorunsal.
Kriz ve Sol başlığı altında yayınlandı,
Leo Panitch, G. Albo ve V. Chibber'ın editörlüğünü yaptığı
Socialist Register 2012. Müthiş uyarıcı makaleler okunduğunda
kriz denen olgunun olanca cesametiyle dünyayı ve insanlığı yuttuğu görülüyor ama buradan
sol zaferle değil
kapitalist yenilenmeyle çıkılacağı da bir o kadar görülebiliyor. Yani Marx ve kapitalizmin bunalımı, "ayağındaki zincirden başka yitirecek şeyi olmayan proletarya" artık kapsayıcı ve kurucu birer kavram değil.
***
Bu şartlar altında benim başka bir formülasyonum var.
Her şeyden önce 1970'lerin ortasında, biz 1 Mayıs katliamını yaşarken, Batı Marksizmi apaçık bir biçimde
Bernstein çizgisine kayıyordu ve
proletarya diktatoryası hedefini programlarından çıkarıyordu sosyalist, komünist partiler. Üç beş yıl sonra
1979 Thatcher hamlesiyle ve
Yeni Sağ yükselişle bu iş bitti. 1989'a gelindiğinde ise sol Marksist ve Leninist türlerinde tamamlanmıştı.
1980'lerde pişen 1990'larda pekişen
post modern yeni kavram ve yapıların sol bakımından ne derecede hayati olduğunu daha o tarihlerde çok yazdığımı anımsıyorum. Bu damar Türkiye'de yeteri kadar önemsenmedi. Çünkü Türkiye
CHP üstünden bir
sol illüzyon hatta utanç yaşıyordu.
Oysa o bağlam dönemsel olarak çok daha farklı bir model üretiyordu. Marx'ın,
1848 Komününden falan yola çıkarak yazdığı teori eşitsizliği bambaşka bir kategoride ele alırken bugün politik dünya sosyalizm denince akla gelen tüm
gündelik ve sıradan unsurları bir
demokrasi problemi olarak işliyor. Buna Marksizmin liberal doktrinin kurucu unsuru
mülkiyet olgusuna getirdiği eleştiri de dahildir. Mülkiyet çarpıklığı, artık değer eşitsizliği ve vulger sosyalizmin diğer vurgu yaptığı ezilmişlik, susturulmuşluk vs aynı şekilde birer
demokrasi problemi kabul ediliyor.
O zaman
yeni solun ekseni ortaya çıkıyor.
Yeni sol, sol denince akla gelen bütün unsurları,
onların kendi gerçekliklerinden taviz vermeden, yeni bir demokrasi anlayışının içinde düşünüp çözüme kavuşturursa kavuşturacak.
Şiddet, devrim ve diktatorya artık söz konusu olmayacak ama
mülkiyet, artık değer, sömürü ve eşitsizlik toplumu demokratik bir paydada, sivil toplumun elemanları etrafında tutmanın harcı olarak çözüme götürülecek.
Aksini savunmak mümkün ama inandırıcı olabilir mi, artık?