Eğitimde yapılan düzenlemelerle 28 Şubat'ın bir izinin daha silindiği söyleniyor. Doğrudur. Ama atılan adım ondan çok daha fazlasına işret ediyor ve beni de kafamda dolaştırdığım, gün yüzü görmediğini sandığım o mesele ilgilendiriyor: sekülerlikle sekülarizasyon arasındaki fark ve bunun üstünde konuşulan konularla bağlantısı...
***
Sekülerlik bir durumdur. Bir insan kendi hayatında seküler olabilir, bunu fark etmeyebilir de. Eğer sadece
dinle devlet işlerinin birbirinden ayrılması gibi
politik pratik bir tanımla yetinmeyenlerdenseniz o zaman sekülerliği benim gibi
dünyayı dünyanın bilgisiyle açıklamak diye tanımlarsınız. Bu tanımı daha önce de defalarca yinelediğim gibi şu örneği de vermişimdir: hastalığın sadece Allah'tan gelen bir şey olmadığına, bakterilerin vs. buna yol açtığına inanıyorsanız sekülersinizdir.
Bu kabul ve pozisyon bir başka sahada sizin inançlı birisi oluşunuzla çelişmez. O zaman bakterilerin ve mevcudiyetin, yokluğun daha metafizik açıklamalarını kendi inanışınız doğrultusunda biçimlendirirsiniz. Şunu da ekleyeyim: sekülerlik pasiftir.
***
Ama
sekülarizasyon biraz odur işte:
dinle devletin birbirinden ayrılması, koparılması. Ama bizim çok hayran olarak benimsediğimiz
Fransız modelinde bunun bir adım ötesi de vardır:
toplumsal alanın dinsel sembollerden temizlenmesi. Devlet bütün dinlere, inançlara eşit uzaklıktadır ve ortada onlara ait bir tek gösterenin bile bulunmasını istemez.
Sekülarizasyon bu nedenle hem politik hem de aktiftir.
***
Fransızların bu katı laikçi tutumuna karşılık
Anglosakson sistemi tersine izin, olanak, fırsat verir. Dileyen dinsel göstergesiyle toplumsal alana girer.
Nedeni bu tercihin,
liberal doktrinin bireye olan, onu devletin, hatta toplumun ve topluluğun üstünde tutan inancıdır. Birey ne isterse öyle olur, çünkü bireyin özgürlüğünü zaten öteki bireyin özgürlüğü belirleyecektir. Bu bakımdan
dinsel sembol sadece bireyle sınırlıdır, bu bir başkasını rahatsız etmeyecektir, dilerse öteki de kendi sembolleriyle aynı mekânda bulunabilecektir.
Özneler arası etkileşim kimsenin kimseyi rahatsız etmesine yol açmaz.
***
Son düzenlemelerle
Türkiye bence artık toplumsal alanda gerçekleşen sekülarizasyondan vazgeçti. Bundan böyle öylesi bir tutumu ne benimseyecek ne de savunacak. Toplumsal alanı
çatışmacı bir alan olarak görmekten ürkmeyecek. Yani dileyen orada dilediği gibi var olacak. Bir insan tekinin özgürlüğü diğerinin özgürlük sınırıyla tayin edilecek. Devletin ayrıca müdahalesi gerekmeyecek.
Buna sevinmeli. Toplumun değil elitlerin hâkim olduğu, topluma güvenilmeyen bir rejimden daha olgun bir noktaya geçiliyor. Ne var ki, sekülarizasyona son veren ve pozitif bir laikliği benimseyen yeni düzende eğer
anayasa aynı liberal anlayışın bir uzantısı olarak tanzim edilmezse,
anayasa bireysel özgürlüklerin güvencesi olacak biçimde düzenlenmezse o zaman ortadaki durum vahim bir hal alır,
çoğunluğun hâkimiyeti azınlığın hakkını ortadan kaldırır. Birey bu defa topluma kurban edilir, onunla da kalınmaz bırakın pozitifini, negatif laikliği bile mumla arar hale geliriz.
Her şeyin yarımı en tehlikeli olanıdır, liberalizmin daha çok öyle.