Herkesin kafasında aynı soru var, itiraf edelim: ordu bir daha darbeye teşebbüs eder mi?
Çekinecek bir şey yok bu soruda; öyle olması gerekirken Türkiye tarihinde darbe bir tabu değildir. Filli olanların yanına girişimleri koyunca neredeyse sayısız defa başvurulmuş bir "yöntem" darbe. 1980 sonrasında her on yılda bir darbe girişiminde bulunmak kimilerine saçma gelmeye başlamıştı, artık olmaz deniyordu. 12 Eylül'e ve 27 Mayıs'a benzemediği, doğrudan şiddete dayanmadığı için 28 Şubat darbe kabul edilmiyordu ki, askerler, bizzat kendileri onu post modern darbe diye adlandırdılar. Ama darbeydi elbette. Ondan tam on yıl sonra 2007'de de darbe girişiminde bulunuldu ve pazartesi günü belirttiğim gibi AK Parti'nin seçimlerde oyunu artırmasını bir an için bir yana bırakırsanız çok da "başarılıydı."
Peki, deniyor, bundan sonra?
Benim iki cevabım var, ikisi de bellidir, teker teker açıklayayım.
***
Asker
savaş muhakemesiyle düşünür. Maksadı kazanmaktır. Zaferdir. Bu da güzel bir şeydir. Savaşı ikiye böler asker;
muharebeler ve onların mecmuu olan
savaşın kendisi. Muharebeleri kaybedebilir. Önemli de olsa önemsemez. Büyük hesabı savaşı kazanmak üstünedir. Satrançta veziri verip mat yapmak gibi bir yoldur bu. Eğer Türkiye'deki darbeleri hazırlayan koşullar ve onların dayanağı olan sistem göz önüne alınırsa, dikkatle incelenirse, darbeye teşebbüs eden askerin nedenleri bellidir, çeşitleri, türleri olabilir ama aslı ortadadır:
iktidar.
O mantığı sürdürmeleri halinde bugün kendilerini
mevzi ve muharebe yitirmiş sayabilirler; ama
savaşı kazanma imkân, ihtimal ve iradesini de bir o kadar canlı, diri, mümkün görebilirler. Bugünkü komuta kademelerinde, askeri okul öğrencileri arasında, belli bir kesim aydınla kurdukları ittifakta bu algının, değerlendirmenin tamamen değiştiği hakkında kim somut, elle tutulur bir neden gösterebilir? Niyet ve beklenti askerin demokratik yapı içinde bulunması gereken noktaya çekilmesidir ama mevcut pozisyon o mudur, bilmiyorum. Öyle olmasını diliyorum.
***
İkincisi,
dış politika oluşumuyla askerin pozisyonu arasındaki ilintidir. Şöyle açıklayayım...
1960 sonrasında asker kışlasına hiç dönmediği gibi kendisini sisteme alabildiğine yerleştirmiş, onun kontrol mekanizmalarını eline geçirmiştir. Buna mukabil,
1971'deki
12 Mart muhtırasından sonra,
"bununla memleket yönetilmez" diyen
Demirel'le birlikte istediği yönde değiştirmeyi başarmıştır. (Orada da bir yanlışa düşmüştür ama başka bir yazının konusudur...) Buna mukabil (
Talat Aydemir vakasında
İnönü'nün çok farklı gerekçelerle gösterdiği tepki bir yana)
Ecevit ve
CHP'nin tarihinde ilk ve son kez sert çıkış ve tutumuyla 1973 seçimlerinde büyük ölçüde mağlup olmuş ve gerilemiştir. Ancak Demirel'in verdiği destekle direncini koruyabilmiştir.
Askerin o mağlubiyetten sıyrılması
Kıbrıs çıkarmasından sonradır. O hamleyle birlikte asker yeniden yönetime dönmüş, kilitlerin anahtarlarını ele geçirmiş ve dilediği gibi kullanmaya başlamıştır. Bu da gene askere dilediği her şeyi veren
MC hükümetleri aracılığıyladır ama esas olan bir dış politika hamlesinin asker kanadını güçlendirmesidir.
Bu tarihsel girizgâhın nedeni bugünkü durumu aydınlatmak, anlamaktır. Öteden beri yazıyorum;
OD politikası Türkiye bakımından hayatidir.
İsrail'le ilişkileri çok kötüleşmiş,
Suriye'de beklentilerine henüz kavuşamamış,
İran'la alakası yeniden çok bozulmaya yüz tutmuş,
Irak'ta ABD'nin meydana getirdiği askeri boşluğu gene askeri yoldan doldurmaya aday olmuş bir Türkiye'de askerleri o
demokratik çizgi dediğimiz noktada tutmak çok zor olacaktır.
***
Buna bir de Kürt meselesini ekleyelim.
GD'da bugün de sürüyor savaş. Böyle bir durumda askerin her şeye rağmen etkinliği, gücü, iddiası gerilemiştir demek zor. Türkiye tarihi ve deneyimi askerin askeri fonksiyonunu siyasileştirme maharetinin tarihidir. Kıbrıs örneğini verdim, şunu da ekleyeyim. 1980 sonrasında darbe için 10 yıldan çok beklemişse askerler, bir nedeni darbe koşullarının 1990'lara kadar kesintisiz devamı, asıl nedeni ise 1993'ten itibaren gene GD nedeniyle iktidara her istediğini yaptırmasıdır. Şimdi GD'da ve OD'da sorunlar düğüm düğüm bir hale gelmişken askerin pozisyonu başlı başına üstünde düşünülecek bir konudur.
Değil midir?