21. yüzyıla çok çarpılmış, özgüvenini yitirmiş, mağlubiyet duygusuyla girdi Amerika.
***
11 Eylül günü
İkiz Kuleler'i yıkan uçaklar
Amerikan İmparatorluğu'nun da sonunu ilan etti bir bakıma. Amerikalılar, bu belanın üstesinden gelebileceklerine inanabilirlerdi, kendi hallerine bırakılsalardı. Tam tersine, iş başında bulunan o berbat
neo-con iktidarı bu fırsatı ganimet bildi ve Amerikalıları özgüvenlerini yıkacak bir sürekli endoktrinasyona uğrattı. Karşıda çok büyük bir bela vardı, bu bela her an Amerikalıların başına patlayabilirdi. Sonunda Amerika büyük ve altından kalkılması çok zor bir paranoyanın pençesinde kıvranmaya başladı.
Obama dönemi bu gidişi tersine çevirmek içindi. Siyah başkan adayının
"yapabiliriz" sloganıyla ortaya çıkması ne boşunaydı ne kendiliğinden. Tam tersine içinde yaşanan o büyük yıkılış duygusuna verilmiş bir cevaptı. Fakat bir yere kadar işledi. Amerika, güle oynaya Obama'yı seçtiyse de,
"establishment", ona hiçbir zaman inanmadı, Obama'nın seçilmesinin ardında bizzat bu kurulu düzenin hesaplarının, tasarımlarının bulunduğu söylendiyse de.
Tümden deli saçması sayılmayabilir bu düşünce. Çünkü son seçim öncesindeki sorun sadece Amerikan halkının özgüven yitimi değildi. Amerika'nın dünya ölçeğinde kaybettiği prestij ondan daha büyük bir çıkmazdı. Obama ile, onun ılımlı, insancıl yaklaşımıyla bu iki taş birden vurulmak isteniyordu.
***
O
"derin Amerika" anlaşılıyor ki, Obama'ya hiç güvenmemiş. Bunu gösteren kanıtlar git gide birikiyor. Gerçi Clinton'u göreve getirdi, gerçi Biden gibi birisini kilit noktaya yerleştirdi, gerçi eski dönemin güvenilir adamlarını yerinde tuttu ama gene de Obama hâlâ
"tehlikeli adam" muamelesi görüyor.
Kaçınılmaz.
Amerika, yakın dönem sağ iktidarlarla
Reagan'ın başkanlığı döneminde tanışmadı. Bazı tahlillere göre onun Valiliği dönemi bu çığırı açtı. Yani çok eski bir geçmişi var artık o iktidarların.
Clinton parantezi bir yana bırakılırsa bu sağ iktidarlar aradan geçen sürede şiddetlerini ve ihtiraslarını artırdılar. Her şeye sonuna kadar sahip olmak, toplumu baştan başa yeniden kendi ideolojileri doğrultusunda örgütlemek istediler. Aynen de öyle oldu. Şimdi Obama'ya da bir intikam duygusuyla yaklaşıyorlar.
***
Seçilebilir mi bir daha Obama? Bunun bir tek koşulu var. Eğer Cumhuriyetçiler toplumu kavrayacak, onu bir daha kandıracak çarpıcı bir aday çıkaramazlarsa Obama seçimi bir daha kazanacaktır. Ufukta öyle bir aday da görünmüyor.
Perry diye bir Teksaslı bulundu ama
New York Times'ta geçen gün çıkan bir yazıda "lütfen ciddi olalım, bu Teksaslının kimseyi inandırması ve ciddiye alınması söz konusu değil, önümüzdeki, 14-15 ay boyunca
Romney'le yatıp kalkacağız" diye bir yazı çıkarılarak taşlar yerine oturtuldu. Obama'nın rakibi Romney olacak ama onun da bu toplumu ikna etmesi neredeyse olanaksız.
Hatırlıyorum, seçilmeden önce 68 kuşağının önde gelen isimlerinden
Tarık Ali ile sohbet ediyorduk, Obama'nın kazanmasının dünya için "gene de büyük bir adım" olacağını söyledi. Bu sözünü, benim, "kuşkusuz destekleyelim ama fazla da bir şey beklemeyelim, hele beklentileri hiç abartmayalım" görüşüm üstüne ediyordu. Bugün de öyle düşünüyorum. Beklentilerin fazlasıyla abartıldığı bir adam olarak Obama bunları karşılayamadı. Liderlik gücü de bu kadarla sınırlı.
"Niye sınırlı" derseniz bir tek neden gösterebilirim:
radikal değil! Dünyayı, OD'yu, az gelişmiş toplumların evrenini yeterli bir keskinlikle, hassasiyetle, hırsla kavramıyor. Orta yolu arıyor, geleneksel emperyalist Amerikan politikasına insancıl bir maske geçirmeye çalışıyor ve onunla yetiniyor. Oysa dünya çok daha fazlasını bekliyor, çok daha fazlasına muhtaç. NY Times boşuna
"Obama kaybedebilir mi" sorusuna
"evet kaybedebilir" diye cevap vermiyor.
***
Orası öyle olmasına öyle de, o vakit Amerika'ya mı ağlayacağız, dünyaya mı?