Şunu belirteyim ki, bütün sıkıntılı ve sıkıcı yanlarına rağmen hayli verimli ve üretken bir seçim kampanyası yaşandı Türkiye'de. Bu her şeyden öte demokrasinin geldiği noktayı işaretlemesi bakımından çok önemli. 2007'de girilen seçim ortamını düşünmek bile neyin ne olduğunu ve olmadığını anlatıyor insana. Demokrasiye karşı bir dönemin getirdiği koşullarla demokrasinin kendisinden kaynaklanan iç sorunların hazırladığı bir siyasal dünya birbiriyle mukayese edilmez. Türkiye bu iki küre arasındaki farkı öğrendikçe dönüşecek.
Seçim dönemi bu öze sahip üç önemli olguyu gözler önüne serdi Türkiye'nin asli sorunu Kürt meselesidir. PKK da dahil olmak üzere buna göz kapatarak, bunu yok sayarak daha fazla alınacak yol kalmamıştır. Bilhassa bu günlerde Kürt tarafının yaptığı açıklamalar, getirdiği öneriler, ortaya koyduğu talepler nereye kadar gidilebileceğini göstermiştir. Bu dönemde Türk tarafı bir çözüm önerisinde bulunmamıştır. Savunmacı bir yaklaşım izlemiştir. Karşı taraf kartlarını açabildiği kadar açmış, kozunu oynayabildiği kadar oynamıştır. Seçimden sonra sıra siyasal erki elinde bulunduran kesimin bu önerilere vereceği cevaba gelecektir.
İkincisi, bu sorunu da kapsayacak biçimde, Türkiye'nin, yaşadığı problemleri çözmek için yeni bir Anayasadan ve demokratikleşmeden başka bir imkânının olmadığını anlamasıdır. Anayasa demokratikleşmenin somutlaşmasıdır. Belgesidir. Kaydıdır. Bu nedenle de demokratikleşme dediğimiz şey Türkiye'de hâlâ makro politika konuları etrafında yani asker ve sivil, devlet ve toplum gibi hacimli kavramlar çerçevesinde cereyan ediyor. Ama her şeye rağmen bu dönemin geleceğe dönük cevap ve özlemlerinin son dört yılda yaşananlardan kaynaklandığını da söylemek gerek. YAŞ'taki tutum, Ergenekon konusunda varılan nokta, referandumla çökertilen vesayet, 12 Eylül darbecilerinin sorgulanması, geçmiş-gelecek hattındaki büyük duraklardır. Bunlar olmasaydı bugün ne Kürt konusu bu kadar açık tartışılabilirdi ne de barışa bu kadar yaklaşılabilirdi. Erdoğan'ın yeniden anayasa konusuna dönmesiyle birlikte etrafında toplanan ilgi bu konudaki beklentinin hacmini göstermesi bakımından da çarpıcıdır.
Üçüncüsü, her ne kadar, siyaset ve demokrasi içi bir gerilimin yaşandığı ve partilerin ilk defa bu kadar somut önerilerle kamuoyu önüne çıktığı bir kampanya dönemi olduysa da bir kere daha anladık ki, Türkiye henüz makro meselelerinden uzaklaşıp, ayrılıp mikro saydığı konulara yönelmemiştir. Mikro derken kendi nitelendirmemi değil, siyasetin değerlendirmesini dile getiriyorum. Örneğin bu kampanya döneminde de kadın sorununun neredeyse hiç ele alınmaması, Türkiye'nin en az demokratikleşme kadar yakıcı bir ihtiyaç alanı olan eğitimin ciddi, somut ve sistemik bir yaklaşımla irdelenmemesi hayret vericidir. Bu aynı zamanda bizim modernleşmeyi nasıl algıladığımızın da bir göstergesidir.
Bütün bunları göz önüne alarak son dönemeçte söyleyeceklerimi dile getireyim.
Tablo çok net. Yakın dönemin Türkiye'si anayasa etrafında düğümlenecektir. Barajı geçmesi halinde MHP'nin bu konuda ne söylemediğini biliyoruz. CHP henüz çizgisini oluşturmakla meşgul. Bu kadar karmaşık bir partinin önümüzdeki döneminde iç sorunlarıyla boğuşacağını beklemek falcı olmayı gerektirmez. CHP, gerçekten devlet partisi olmakla halk partisi, daha doğrusu toplum partisi olmak arasında bir karar verirken anayasa konusunda belirli bir çizginin ötesine geçmeyecektir.
Geriye BDP kalıyor. Daha önce de yazdım. Demokratikleşmenin şu andaki dinamiği olan Kürt siyasetinin başlaması için, en "kabul edilmeyecek" önerileri de kapsayacak biçimde her şeyin silahtan arınmış bir halde konuşulması için BDP'nin Meclis'te olması şarttır. CHP değil, önümüzdeki dönemde BDP, AK Parti'nin muhatabı olacaktır, iktidar partisi Kürt siyasetine bakarak demokratizasyon adımlarını atacaktır. Ne var ki, bu husus, BDP'nin demokratizasyonu Kürt siyasetinden soyutlayabilmesine ve onu ilkesel bir temelde düşünebilmesine bağlıdır. Beklenti, ondan da öte ihtiyaç budur.
Budur.