Naipaul tartışması bize çok vahim bir toplumsal cinnet içinde yaşadığımızı gösterdi.
Gerçekten de yıllar yılıdır yazdığım şu "mikro faşizm" anlaşılıyor ki artık içimize nüfuz edebildiği kadar etmiş, bizi teslim almış ve sadece kitleler, sadece sokaktaki adam nezdinde değil, aydınlar düzeyinde de bu tam bir davranış biçimine dönüşmüştür.
Hemen belirteyim ki, Kusturica Türkiye'ye çağrılıp jüri üyesi yapıldığında ben de bir yazı yazmıştım (11 Ekim 2010). Nedeni Kusturica'nın bir soykırıma sahip çıkması, ona taraf olmasıydı.
Benim için yeryüzünde bir kişiyle karşılıklı ilişkide bulunup bulunmamanın sınırı budur: sistemli ve bilinçli şiddete taraf olmak. Ötesi politik ve entelektüel tartışmadır.
Naipaul'un açış konuşmasını yapmak üzere davet edilmesi eleştirilebilir. Nedeni belli ki bir safdillik ve çaresizlik: bu tür çalışmaların daha "göze çarpar" olması için "spektaküler" bir isim aranıyor. Bu yanlışa onunla mukayese edilmeyecek başka bir yanlış eklendi. Yazarın gelişini, konuşmasını engellemek.
İşi bu vahim noktaya sürükleyen Naipaul'un daha önce de Türkiye'ye gelmesi ve o defa herhangi bir sorunun çıkmamasıdır.
Bu defa böyle olmasının nedeni provokasyondur. Linç mantığıdır. Bir tahrikin belirli bir ideoloji temeline oturtulup, oradan büyütülmesidir. Evet, Naipaul "İslam'ı eleştiren" görüşleri nedeniyle reddedildi. O zaman yapılan da İslamcılık oluyor. Gerisi boş laf.
Neymiş efendim, Oryantalistmiş, "efendilerinin ağzıyla konuşuyor"muş. Oryantalizm aranıyorsa Orhan Miroğlu'nun Taraf'taki yazısında gösterdiği örneklerden hareket edip evvela kendi edebiyatımızı gözden geçirelim. Oryantalizm bu işte sudan bir bahanedir. Kimse Oryantalizmin ne olduğunu bilmiyor.
Onu çok farklı düzeylerde eleştiren metinler bu işin şampiyonluğunu yapan yazar tarafından bile ne okundu, ne biliniyor. Öyle iki satırlık laflarla Oryantalizm tartışılmaz. O halde yapılan ancak oryantalizmin siyasallaşması, siyasal araca dönüştürülmesi olur ki, Naipaul konusunun bam teli budur. Yani açıkça siyaset yapılmış, bir siyasal şiddet uygulanmıştır.
Tekrar edeyim ürpertici ve vahim bir biçimde Naipaul konusundaki tepki şeki şüphesi olmayacak biçimde "İslam" temelinde, İslam'ın eleştirilmesi adına ortaya koyulmuştur. İslam/cılar bu suretle "mağduriyet" pozisyonu ve dilini aşıp "hegemonik dil"e, onunla da kalmayarak kısıtlayıcı bir eyleme dönüşmüştür. Bir tepki bu niteliğe ulaşınca onun faşizmle ne kadar örtüştüğünü artık ben söylemeyeyim.
Bu o kadar böyle ki, İsmet Özel'in vurguladığı "entelektüel sefalet" işin belkemiğini oluşturuyor. Daha önce gelen Naipaul'a hiçbir tepki gösterilmemişken bu defa "Müslüman yazarlar onunla nasıl aynı masada oturacak" lafıyla kıyametin kopması ve sadece bu laf yüzünden tepkinin başlaması bal gibi bir entelektüel sefalettir. Çünkü o yazıyı yazan da, o yazıya uyarak hareket eden de, o arada davet edenler de, Naipaul'un yazdıklarını bilmiyor. Zaten okumadık diyorlar. Ama alıntılanan bir tek cümleyle (hep yapıldığı gibi) ondan bundan aktarılan birkaç düşünceyle (hep yapıldığı gibi) bir fitil ateşlendi ve iş bu noktaya geldi.
Birkaç ay önce ses çıkarılmamışken tahrik edici bir cümleyle olayların çıkması tepkinin düşünceye değil doğrudan kişiye gösterildiğini de kanıtlar ki, eh bunun adını da ben söylemeyeyim. Üstüne üstlük hem o yazıyı yazan kişi şimdi Nilüfer Kuyaş'ın çok yerinde eleştirdiği gibi aynı lafı on yıldır (aynı kelimelerle) söylüyor hem de Naipaul ondan çok daha ileri ve somut bir biçimde Nuray Mert tarafından yıllardır eleştiriliyor. Şunca zaman bu görüşlere kulak tıkayıp şimdi "eylem"e geçmek nedir?
Onu bilir onu söylerim, eğer bir düşünce kendisi olarak değil, onu öneren kişi temelinde ele alınıyorsa, o kişi belirli bir ideoloji adına ve onun hegemonyasını pekiştirecek biçimde dışlanıyorsa ortada ciddi bir faşizan tepki var demektir. Ya da tepki faşizme dönüşmüş demektir. Yarın Kemalistler birisinin gelmesini engelleyecek, öteki gün solcular birisini ülkeden kovacak.
Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir denir ya, bu laf mikro faşizmler için geçerli olduğu kadar dünyada hiçbir şey için geçerli değildir.