Bundan bir süre önce yazdığım birkaç yazıda CHP'nin Kemal Kılıçdaroğlu eliyle bölünmek istendiğini bunun önemli olduğunu, CHP'nin bütün tarihi boyunca birkaç defa yaşadığı gibi, bölünmeden büyüyemeyeceğini, dönüşemeyeceğini belirtmiştim. Geçen hafta ortaya çıkan türban tartışmaları bu öngörümün doğru olduğu kanısını uyandırdı bende. Öyle: CHP'nin büyümesi, güçlenmesi, bir seçenek haline gelmesi, üstündeki deriyi çıkarıp atmasıyla, kendisini yenilemesiyle yani bölünmesiyle ilgi.
Önce şunu belirteyim: CHP tarihsel olarak değişimci hatta devrimci bir parti gibi durmakla birlikte bütün o tür partilerin taşıdığı çok özel bazı niteliklere sahiptir. Aynı özellikler mesela SSCB Komünist Partisi için de, başka kurucu partiler için de geçerlidir. Bu partiler devleti kuran partiler olduğu için doğaları, dokuları gereği "devletçi"dirler. Zamanla da parti Lenin'in getirdiği bir tabirle "demokratik merkeziyetçilik"le bütünleştiği için bürokratikleşir. Halkçı partiler olduklarını sanan bu partiler halktan kopar. Kendi iç bürokrasilerinin esiri olur.
CHP de bu kısıtlamalarla yaralı olduğundan 1960'larda, 1970'lerde bölünmüştür ve her bölünmeden daha güçlenerek çıkmıştır. Bu bölünmelerin her biri ayrı ayrı CHP'yi içinde yaşanan dönemin egemen toplumsal ve siyasal kültür koşullarıyla bütünleştirme amacını güdüyordu. Ecevit hareketi düpedüz böyle bir arayıştan doğmuştu, onun uzantısıydı. Ona karşı çıkan Feyzioğlu ekibi partiyi bırakıp gitti. Kalanlar için de, CHP için de bu iyi oldu.
Aynı şey şimdi bir kere daha yaşanıyor. Kıyısındayız. Kılıçdaroğlu ürkek davranıyor, çekingen hareket ediyor, ileri geri manevra yapıyor ama bu kendisini kuşatan, etrafını saran dokunun bilincinde olmasından kaynaklanıyor. Önder Sav ve ekibi Baykal'ı yedi, bertaraf etti (bir değil bin defa doğru olanı yaptı) ama onun taşıdığı çağdışı zihniyeti bütün dokularında muhafaza ediyor. Kımıldadığı takdirde Kılıçdaroğlu'nu da yok edecek. O da bunu bildiği için aklından, içinden geçeni, siyasal sezgilerinin ona duyumsattığı, dayattığı şeyleri açık açık söyleyemiyor, parti politikası haline getiremiyor. Gayet çekingen bir biçimde hareket ediyor. Ama ne istediğini etrafına, kamuoyuna duyuruyor.
Başörtüsü veya türban konusu son örnek. Kılıçdaroğlu, çok muhtemeledir ki, Avrupa gezisinde aldığı derslerin, işittiklerinin ve kampanya süresince sürdürdüğü anlamsız tutumunyüzüne vurulması sonucunda ve önümüzdeki seçimlerde AK Parti'nin gene sandıktan ezici bir üstünlükle çıkacağını kavramasından sonra dönüp daha demoktratik bir tavır alma gerekliliğini hissetti. Önüne derhal ikili bir engel çıktı.
"İkna odaları" gibi çağdışı bir anlayışın mimarı Nur Sertel ve şerikleri sesini yükseltmeye başladı. İlhan Kesici gibi her dönemde kendisine bir başka parti aramış ve hiçbir inandırıcılık kazandırmadan CHP'ye yama olmayı kabul etmiş bir politikacı istifa etti. 28 Şubat kalıntısı diğerleri de istifa ederse hiçbir sorun olmaz. Eğer onları ekranlarda bar bar bağıran neo-Kemalist ekip izlerse daha da iyi olur. CHP biraz (daha değil, sadece biraz) çağdaşlaşır. Çağdaşlaşmak da demokratikleşmek anlamına gelir.
İkincisi, eminim içinde Kılıçdaroğlu'nun da bulunduğu ekip, daha demokratik bir tutum alması halinde kendisine oy veren % 42'nin ne yapacağından endişe ediyor. Haklı ve aynen öyle olacak. Biliyorum. Eğer Kılıçdaroğlu bir liderlik sergilerse CHP ilk seçimlerde elindeki oyların önemli bir bölümü kaybeder. 1965 ve 69'da CHP "Ortanın Solu" tartışmalarıyla çalkalanırken böyle oldu. Oy kaybetti. Ama direnen Ecevit 1973 seçimlerini de 1977 seçimlerini de kazandı.
Kılıçdaroğlu'nun Ecevit gibi bir zihinsel, ideolojik geçmişi, hazırlığı ve birikimi yok. Gündelik davranıyor. Siyasal sezgileriyle hareket ediyor. Böyle olunca da bir eliyle koyduğunu diğeriyle kaldırmaya çalışıyor. Ama doğru şeyler söylüyor. Şimdi ona düşen direnmek, kararlılık ve Ecevit'in çok sevdiği bir tabirle "doğrultu tutarlılığı" sergilemek.
Yani partiyi bölmek!..