BM Genel Kurulu'na katılan heyetin de New York'taki daimi temsilciliğin de morali çok yüksek. Nedeni Türkiye'nin son dönemde gösterdiği performansın uluslararası planda bulduğu yankı. Bunu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de büyük bir huzurla dile getiriyor. Karşılaştığı bütün ülkelerin başkanlarından tebrik aldığını söylüyor. Gül, Türkiye'nin performansındaki değişikliği kendi deneyimleriyle ölçerek saptıyor. Cumhurbaşkanı on yıl önce uluslararası konulara ilgi göstermeyen, sadece Kıbrıs gibi konularda çalışan Türkiye'nin şimdi bu tür konularda ön aldığını belirtiyor. İnsanlığı ilgilendiren sorunlarda Türkiye etkin rol oynayan bir ülke, bugün. O kadar ki, BM insani yardımın 1/3'ünü maddi olarak, yani parasını ödeyerek Türkiye'den temin ediyor. Ve Türkiye'nin insani yardım için harcadığı para 1.5 milyar doları buluyor.
Daha da önemlisi Türkiye yeni bir perspektif geliştirerek yakın bir dönemde Cenevre, Viyana gibi, uluslararası sorunların tartışıldığı, bir merkez olmaya çalışıyor. Yakın bir dönemde nüfus konusunda, insani yardım konusunda BM Türkiye'de yeni uluslararası ofisler açacak. Daha önceki yazılarda da belirttiğimiz gibi bu sadece bir alanda öne çıkan performans değil. Afrika'ya açılan Türkiye aynı zamanda THY ile de o kıtaya yeni seferler düzenliyor. Yani birbirini besleyen, destekleyen süreçler geliştiriyor.
Bunların önemli bir bölümü ve Türkiye'nin göze çarpan bir ülke olması kesin olarak kriz döneminde gösterdiği başarıyla iç içe geçmiş durumda. Maliye Bakanı Ali Babacan tüketici güven endeksinde 2008 değerlerine, yani kriz öncesine dönüldüğünü, yani krizin bu anlamda bittiğini belirtiyor.
Cumhurbaşkanı Gül krizin diğer ülkeleri bildiğinden çok öte bir boyutta etkilediğini belirtiyor. Bu derecede bir etkilenme olduğunu tahmin ettiğini ama durumun bu derecede vahim olduğunu bilmediğini belirtiyor. İkili görüşmelerde diğer ülkelerin hem krizin etkisinden yakındıklarını hem de yeni bir krizden korktuklarını dile getiriyor. Türkiye'nin performansından bu bakımdan da etkileniyorlar.
Gül'ü en çok şaşırtan ise İsrail'in tutumu. Clinton Foundation bir ara iki ülkenin başkanlarını bir araya getirmeyi düşünmüş. Fakat bu sadece onların zihninden geçen bir plan olarak kalmış. İki ülkenin hiçbirine herhangi bir davet çıkarılmamış. Karşılıklı bir görüşme konusunda ayrıca iki ülkeden de karşılıklı olarak herhangi bir talep gelmemiş. Buna karşılık İsrail basınına yansıyan davette görüşme taleplerinin reddedildiğine dair haberler çıkıyor.
Gül, bu konuyu biraz da şaşkınlığın ve "bu kadar da olur mu" düşüncesinin ağırlığı altında irdeliyor. Devletler arası ilişkilerin taşıması gereken vakar ve istikrarın bu derecede tahrip ve tahrif edilmesi karşısında dürüst ve güvenilir bir ülke başkanı olarak durumu sükûnetle ama yerli yerine oturtarak irdeliyor ve "İsrail'in başını ellerinin arasına alıp, ben ne yapıyorum diye düşünmesi gerekir" diyor. Daha sonra, "İsrail'in biraz kendine gelmesi gerekir" diye sürdürüyor sözlerini. İsrail'in sürdürdüğü agresif politikayı gözden geçirmesi, "sakinleşmesi" gerektiğini belirten Cumhurbaşkanı, ortada duran büyük soruna yani Mavi Marmara olayına değiniyor. Bu sorunun giderilmediğini, açık durduğunu vurguluyor.
Bir diğer büyük problemin İran olduğu açık. Cumhurbaşkanı, İran Cumhurbaşkanıyla görüşecek. Neler söyleyeceğini açıklamıyor ama Amerikalılara neler söylediğini dile getiriyor. Gül'e göre ambargonun uygulanması yanlış. Bunu bir ülkenin onurunu kıran bir hareket olarak görüyor ve ambargo uygulanan ülkenin, uygulayan ülkeye karşı büsbütün sertleşeceğini, kararlılığını güçlendireceğini vurguluyor. Aynı uygulamaya maruz kalmış Türkiye'nin bu sonucu kendi deneyiminden çıkarabileceğini belirtiyor. Yaptırımların uyandıracağı nefret duygusunun yaptırımlardan daha etkili olduğu kanısında. Nitekim biz bu satırları yazarken Ahmedinecad'ın basına yansıyan görüşleri Gül'ün saptamasındaki doğruluğun bir kanıtı gibi. Uluslararası kamuoyunun bizi İran konusunda BM'deki tutumumuzdan ötürü hiçbir şekilde muaheze etmediğini, tersine "elde bir tek siz kaldınız" diyerek arkaladığını belirtiyor.
Ortada bir gerçek var: Türkiye değişiyor ve bunu "içeriden" ziyade "dışarısı" algılıyor.