Deniz Baykal'ın görevinden çekilip çekilmeyeceğini bilemem. O meşum kasetin yayınlanmasından sonra geçen sürede onun ve yakın çevresinin attığı adımları izlediğimde Baykal'ın yaşadıklarını zımnen kabul ettiğini, kendi hukuk mantığıma göre değerlendirebiliyorum. Bunun fazla bir önemi yok. Çünkü zaten kimse yaşananların gerçekliğini sorgulamıyor. Öte yandan "olayın" sınırlı, sıradan, yüzeysel olmadığı da anlaşılıyor. Bütün bunlara bakıp olayın içinde başka bit yenikleri olmadığını düşünmek biraz saflık olur. Ama bu kadar çirkin ve yedi yıldır birileri tarafından bilindiği söylenen görüntüleri konuşmak o görüntülerden daha çirkin bir tutum içine girmektir. Bu bakımdan Başbakan Erdoğan'ın da Cumhurbaşkanı Gül'ün de tepkisi kutlanacak bir seviyeyi yansıtıyor.
Bu kasetin ortaya çıkması ne kendiliğindendir ne de Deniz Baykal'ı kişisel olarak taciz etmeye dönüktür. Bu kaset siyasal bir iktidar arayışının sonunda ortaya çıkmıştır. Şimdi Sarıgül'le ilgili olarak ortaya atılan ve doğrusu ilk bakışta ipe sapa gelmez gibi görünen iddialar da Baykal tarafının bu gerçeği gördüğünü düşündürüyor insana. Genel Merkez de kasetin devreye sokulmasını siyasete dönük bir hamle olarak nitelendirip gene siyasal manevralar uygulamaya başlamış oluyorlar. Maksat Baykal'ın istifasını engellemek, işin bir komployla bütünleştiğini ortaya koyarak hedef değiştirmek ve Genel Başkan'ın yerinde, makamında kalmasını sağlamak. Örnekler de yok değil. Bill Clinton nasıl istifa etmediyse Baykal da benzeri bir pozisyon alabilir.
***
Bunlar yüz yüze bulunduğumuz konuya beni başka bir açıdan bakmaya zorluyor:
CHP ve sol.
Bu kasetin devreye girmesinden sonra CHP içinde meydana gelen çalkantıyı yakından izliyorum. Bütün tek adam kültüne dayalı partilerde olduğu gibi CHP'de de derin, ağır bir parti içi iktidar savaşı var ve ne yazık ki, genel merkez baskısı o tartışmanın açık bir biçimde yapılmasını bugüne kadar engelledi. Baykal'ın bugüne kadar sürdürdüğü siyaset partinin bütün muhaliflerden temizlenmesine, onun hükmünün kayıtsız şartsız kabul edildiği bir yer olmasına dönüktü.
Bunu geniş ölçüde başardı. Buna mukabil sosyal demokrat olduğunu söylese de bu ideolojiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan, tam tersine ideolojisinden yoksun bırakılmış, tarihsel Tek Parti kökeniyle bütünleşmiş, sekter bir Kemalizm anlayışını benimsemiş bir parti çıktı ortaya. Yanlış veya doğru ama CHP modernleştirici bir parti olarak kuruldu ve o yönde çaba gösterdi. Yeni CHP'ye düşen bu yanlışlığın ortadan kaldırılmasıydı. Oysa CHP o elitist, tepeden inmeci modernleşme yöntemini değil doğrudan doğruya modernleşme kavramını reddetti. Modernleşmenin 20. yüzyılın sonunda demokratikleşmeyle özdeşleştiğini ne algıladı ne de anladı.
Kendi dışında kalan ve 1950'den beri modernleşmeyi çok farklı bir sosyolojiyle sürdüren hareketlerin son halkası olan AK Parti gerçeğini sadece laiklik-anti laiklik eksenine taşıyarak müthiş bir toplumsal polarizasyonun sebebi oldu. Yetmedi, Türkiye'nin demokratikleşme doğrultusunda attığı her adımı gene aynı sekter yaklaşımla durdurmaya kalktı. Bütün bunları yaparken sol siyasetle hiçbir düzeyde ilişkisi olmayan anlamsız bir söylem geliştirdi. Yeni Sol, 2. Yol, Anadolu Solu gibi zahiri modellerle göz boyamaya kalktı. Yanlış bir Kemalizm durağında kaldı.
Baykal'a karşı hareket içinde bulunduğunu bildiğim ama sesini çıkarmaktan çekinen kesimler de bu tartışma konularını gündeme getiremedi. O zaman siyasetin konuşulmadığı, tarafların birbirlerini siyasal, ideolojik planda aşamadıkları bir partide iş döndü dolaştı bu çirkin, onur kırıcı mücadele noktasında düğümlendi. İki hafta içinde kongre yapacak CHP'de konuşulan, tartışılan bir tek siyasal, ideolojik konu var mı, toplumun bildiği? Açıkta cereyan eden bir mücadelede ne kaset çıkardı ortaya ne de çıksa bile bugünkü gibi karşılanırdı. Neresinden bakılsa hazin...