Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

'Darbelere karşıyım, ama...'

Yakından izleyenler son zamanlarda Türkiye'de yaşanan karmaşayı değerlendirenlerin iki dilli bir söylem geliştirdiğini görmekte gecikmeyecektir. Birçok gazeteci, köşe yazarı, akademisyen, olayları yorumlaması istendiğinde söze darbelere karşı olduğunu söyleyerek başlayıp, ardından muhakkak iki saptamada bulunuyor: 'sivil darbelere de karşı olalım' diyorlar genellikle ve hemen ekliyorlar 'darbelere karşıyım ama ordunun yıpratılmasına da karşıyım.'
Bu, iki dilli bir söylemdir. Kendiliğinden değildir. Bütün söylemler gibi bir geçmişe ve bir soy kütüğüne dayanmaktadır.
Kimler böyle bir yaklaşım içindedir diye bakınca hayret verici bir biçimde 1960 sonrasında gelişen darbelere katılmış olanların öne çıktığı görülüyor. Bu kişiler 1960'tan sonra Talat Aydemir'in açtığı kulvarda yürüyerek Türkiye'de toplumsal devrim olacaksa bunu Tarihsel Blok'un gerçekleştireceğine inanıyordu. Yani, orduyla aydınlar ittifak yapmaksızın ve bürokrasiyi de bir ölçüde araya katmaksızın Türkiye'nin ekonomik ve sosyal olarak dönüşmesi olanaksızdı bu çevreye göre. 'Devrim'in modeli ise devletçilik olacaktı. Devlet bir 'devrim konseyi' tarafından yönetilecekti.
Söz konusu yaklaşım özünde Bonapartist, yani ordu müdahalesini meşru gören bir anlayışa sahipti ve Ortadoğu ülkelerinde Baasçı model olarak denenmişti. Bu model 1908'de 2. Meşrutiyet'te İttihat ve Terakki tarafından denenmiş, sonra Kemalizm tarafından (bütün o parlamenter meşruiyetçiliğine rağmen) devralınmış, ardından Ortadoğu'ya ihraç edilmiştir. 1970 devrimcileri modeli bu defa Ortadoğu'dan ithal ediyordu. Solcu olduklarını söylüyorlardı. Kendilerinden menkul bir Bonapartist soldu bu.
Ordunun 12 Mart 1971'de hükümete karşı verdiği muhtıra aslında 9 Mart'ta gerçekleştirilecek darbenin yapılamamasından kaynaklanıyordu. İkili oynayan Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur bile bu kesimden son dakikada ürkmüş, saf değiştirmiş, Genelkurmay Başkanı'nı ikna ederek 9 Mart'çıları tasfiye için hiyerarşi içi bir darbeye kalkışmıştı. Başardı ve onun üstüne aralarında generallerin de, genç subayların da bulunduğu büyük bir kadro tasfiye edildi. Bu devrimcilerin ilham kaynağı çok çeşitli olmakla birlikte daha çok Doğan Avcıoğlu ve Yön ile Devrim dergileriydi. (Hasan Cemal'in o günleri anlattığı Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım kitabı raflarda duruyor.)
Bonapartizm orada bitmedi. Daha sonra 12 Eylül darbesinde, 28 Şubat'ta devam etti. Bugünkü arayışları görüyoruz. Bu yaklaşımın özünü siyasete ve topluma inanmamak meydana getirir. 19. yüzyılda biçimlendirilen 'seçik önderler', 'kurtarıcılar' ve 'öncüler' toplumu değiştirecektir. Halk ve toplum onları izleyecektir. Dolayısıyla siyasal alan söz konusu bile değildir bu tercih çerçevesinde.
Şimdi 'ordu yıpratılmasın' diyenler, 'sivil darbeye de karşıyız' diyenler dillerinin altında başka bir şey saklamaktadır. Bu kesimin gizlediği, yeterince açıklamadığı görüşüne göre halk son seçimlerde de, 2002'de de yanlış yapmıştır, % 47 oy almasına karşın iktidar iş başında kalmamalıdır, bunu son kertede sağlayacak olan gene ordu ve askerlerdir. Böyle düşündüğü için bu çevre son zamanlarda iki argüman daha öne sürmeye başladı.
İlki, hayali bir İran senaryosu. Güya İran'da rejim 'şeriatçıların' eline geçmeden önce ordu yıpratılmıştır, devrim o imkânla kolaylıkla gerçekleştirilmiştir. Bu baştan sona kadar yalan ve yanlıştır. Ordu, devrim öncesinde İran'da en kuvvetli noktasında bulunuyordu ve devrimci kesime göz bile açtırmıyordu.
İkincisi, gene bu çevre 'Hitler de seçimle iş başına geldi' diyerek demokrasi karşıtlığının en ilkel, en banal, en yanlış örneğini vermektedir. Seçimle iş başına geldiğinde Hitler'in toplumsal iktidarı zaten oluşturulmuştu. Üstelik bu örneğin Türkiye'ye uygulanması söz konusu bile olamaz. Almanya'da sokak siyasete taşınmıştır. Türkiye'de siyaset sokağı kontrol etmektedir. Birisi demokrasinin neredeyse hiç bilinmediği 1933'te cereyan etmiştir, diğeri 2010'da yaşanmaktadır.
Bunlar Bonapartistlerdir. Söylemleri arkaik bir zihinsel genetiğin ve siyasal geleneğin uzantısıdır. Ordu bile artık onları terk etmiş görünüyor ama biz tartışmayı sürdürelim.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA