AK Parti'nin başlattığı demokratik açılımın her ne kadar içi doldurulmamış, her ne kadar temel beklentilere henüz cevap üretememiş olsa bile toplum üstünde ne derecede etkili olduğu Diyarbakır'daki sivil örgütlerin yaptığı açıklamalardan anlaşılıyor. Hazal Ateş'in Sabah'ta çıkan haberi (15.12.2009) bunu doğruluyor. Ateş, bölgedeki örgütlerin DTP'ye mutlaka parlamentoya dönmeyi ve "sokağı provokasyonlara ve örgüte" teslim etmemeyi önerdiklerini söylüyor. Örgüte dönük değerlendirme bakımından ilk kez bu ölçülerde karşılaştığımız bir durum bu ve kimsenin kuşkusu olmasın ki, söz konusu gelişmeyi yaratan demokrasi açılımıdır. Üç noktayı ele alarak irdeleyelim.
***
Bu düzeyde bir açıklıkla konunun üstüne gidilmesi ve
Karayılan'ın açıklamasına karşın bölge örgütlerinden "sokağı örgüte bırakmamak" şeklinde bir önerinin gelmesi
Çarşamba günü değindiğim ve çok önemsediğim
"demokrasi boşluğu" kavramının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
DTP'nin kapatılmasıyla ortaya çıkan bu boşluğun büyüklüğünü ve önemini aynı zamanda AK Parti'yi yaralamak ve devre dışı bırakmak isteyen devlet kurumlarının ise hiç anlamadığı belli. Diyarbakır örgütleri bile boşluğun yaratacağı tepkiden ve meydana getireceği örgüt etkinliğinden endişe ederken devletin önce ihmal, inkâr ve tahkirle sonra kapatarak hovardaca harcadığı DTP'nin önemini vurguluyor.
Akıllı ve sorunu ortadan kaldırmak isteyen bir devlet DTP'yi değerlendirmesini bilirdi.
***
DTP sonrasının ikinci olgusuna gelelim. Bu olgu bize
sokak-örgüt ilişkisinin ve Kürtlerin Türkiye'yle olan ilintisini verecek.
Ertuğrul Özkök yazdığı yazıda (15.12.2009)
Bahçeşehir Üniversitesi'nin yaptığı araştırmadan söz ediyor. İki önemli sonucu var o açıklamanın.
Bir, Kürtlerin sadece çok küçük bir bölümü G.Doğu Anadolu dışında yaşamak istiyor. Bu çok önemli.
İkincisi, belki ondan daha da dikkat çekici olanı, o bölgedeki insanların matematiksel olarak başka bir değerle mukayese edilemeyecek kadar büyük bir oranı, kendisini Türkiye'ye vatandaşlık bağıyla bağlı sayıyor ve hukuksal kimliğini o tanımla ifade ediyor.
Bu iki unsurun yan yana gelmesi şudur:
o insanlar kendilerini belirli bir bölgeyle özdeşleştirmiş durumdadır. Ama aynı insanlar Türkiye'de kendi bölgeleri dışındaki coğrafyaya dönük olarak da söz söyleme, karar üretme hakkına sahiptirler. Kendisini TC yurttaşı olarak nitelendiren birisi için bundan daha doğal ne olabilir?
Değindiğim verilere bakarak
Kürtler kendilerini farklı ve toplumda farklılıklarıyla yaşamak konumunda görüyorlar sonucunu çıkaranlar haklıdır. Zaten sorun haline getirdiğimiz şey budur.
Uzun bir dönem bunun dışında bir oluşumun gerçekleşeceğine ve Kürtlerin kültürel kimlik olarak da Türklüğü benimseyeceğine inanıldı Türkiye'de. Artık bunun söz konusu olmadığı anlaşıldı.
Hiçbir biçimde kültürel kimlik olarak Kürtlükleri dışında bir gerçek kabul etmeyeceklerdir. Ama bu onların yurttaşlık bağıyla toplumsal ve devletsel bütünlüğü savunmalarını engellemiyor.
***
Üçüncü nokta bu
: Türkiye şimdi demokrasi, yurttaşlık ve anayasa anlayışını değiştirecek ve bu gerçeği somutlaştıracaktır. Bu artık ihmal edilemez, ertelenemez bir noktadır.
Demokratik açılım şimdilik bunları kapsamıyor. Ama kapsayacak. Dolayısıyla Türkiye yakın bir gelecekte "önce PKK terörü ortadan kalksın, sonra demokratik açılıma geçilsin" şeklindeki ilişkiyi kıracak, koparacak ve Kürt sorununu terörden farklı kavramlarla ele alarak çözecektir.
Kürtler bu noktaya geldi. Sıra Türklerde.