Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı'nın yaptırdığı araştırmanın ortaya çıkardığı göstergeleri çarşamba günkü yazımda söz konusu etmiştim. Buna göre Türkiye'de yaşayan insanlar diğer insanlara güvenmiyor, diğer insanları komşuları olarak istemiyor, diğer insanların devlete bağlı olduklarına inanmıyor. Bu çok net bir sonuç. Bu verileri yorumlayan bir göz Türklerin yabancı düşmanlığı, bir anlamda ırkçılık, ötekileştirme yaklaşımı içinde olduğu sonucuna varabilir ki, bu doğrudur. Nitekim, İsrail'in Gazze saldırısından sonra başlayan tepkiler politik olmanın ötesinde, bu köşede o dönemde yazdığım birçok yazıda belirttiğim gibi, çok açık bir ırkçılık ve yabancı düşmanlığı (zenofobi) içeriyordu. Ayrıca ben de o yazılarımdan ötürü çok sayıda tehdit almıştım.
Şimdi gelelim iki önemli noktaya. Bir, niye böyle bir sonuç var orta yerde?
Bu soruyla karşılaşan insanların önemli bir bölümü hemen Osmanlı geçmişimizi anımsıyor. Katılıyorum. Osmanlı bir Doğu Avrupa-Balkan imparatorluğuydu ve yönetim kademelerinin tamamını Rum- Ermeni-Yahudi üçlüsünden oluşan diğer "milletlere" bırakmıştı. Buna Balkan devşirmeleri dahildi. 1912 sonrasında bu model değişti ve ulus devlet-ulusal burjuvaziulus kurmak adına Türkiye çeşitli aşamalarda azınlıklarını yok etti.
Gerçekçi ve dürüst olalım. Yapılanın doğru olduğunu bugün kimse savunmuyor ama açıkça bilmek ve kendimize de itiraf etmek gerekiyor ki, önce Ermeni katliamları, ardından Kürtlere dönük girişimler, sonra mübadeleler, onu izleyen Trakya olayları, Varlık Vergisi faciası, 6-7 Eylül olayları Türklerle gayrımüslüm azınlık arasına nifak sokmakla kalmamış, bu insanların ülkeyi terk etmesine yol açmıştır. 1950'de, 75'te ve 2000'de İstanbul'daki ve Türkiye'deki azınlık nüfusları bu iddianın doğruluğunu gösteren somut kanıtlardır. Bugünkü sonuçlar da aynı noktayı işaret ediyor-yeniden.
İkinci konu bence şu: azınlıklar bu durumun aşılması için ne yaptı?
Kabul ediyorum, haksız bir soru bu. Ezilen, dışlanan, yabancılaştırılan bir kitle kendisini ifadeden, göstermekten, öne çıkarmaktan doğal olarak, haklı olarak kaçınacaktır. Fakat aynı azınlıkların (gene aynı haksızlığı yaparak söyleyeyim) kendilerine bu muameleleri reva görmüş devlete sürekli olarak bağlılıklarını, saygılarını sunması kabul edilir bir şey midir?
Başka bir konuya geleyim: azınlıklar kendilerine ne kadar sahip çıkıyor? Cemaat içi evlenmelerden tutun, bu sorun, dillerinin öğretilmesine kadar birçok noktaya genişler. Yahudiler örneğin Ladino'nun öğretilmesi için kurs düzenliyor mu? Elimizdeki araştırma bu azınlıklar hakkında ne kadar az bilgi sahibi olduğunu toplumun gösteriyor. Azınlıklar bunun aşılması için daha fazlasını yapmayı niçin düşünmüyorlar? Türkiye demokratikleşiyor. "Azınlık" diye bakıldığında sadece gayrımüslümler değil (bu tanım bile ne kadar sorunlu) Kürtler, Aleviler büyük kitleler olarak, eşcinseller daha küçük bir kesim olarak, kadınlar en büyük azınlık olarak bu toplumda hak arayışını sürdürüyor, sürdürmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla bu kesimlerin şikâyetlerini dile getirmesidir demokratikleşme ve bana göre buna bir ölçüde Müslümanlar da dahildir. Ama belirttiğim araştırmanın tartışması sırasında Prof. Dr. Hakan Yılmaz'ın söylediği bir nokta önemliydi. Bir toplum demokratikleşebilir, daha demokratik bir toplum olabilir ama aynı anda daha zenofobik bir toplum da olabilir. Bunlar birbirini her zaman besleyen süreçler değildir.
Bu doğrudur. Hele Avrupa'da bile radikal/ırkçı/faşizan sağın yükselişte olduğu bir dönemde daha da doğrudur. Dolayısıyla azınlık meselesine Türkiye'de çok daha geniş bir açıdan bakmak gerekiyor. Ekonomik yetersizlikler, toplumda yer bulmama sorunları yani lümpenlik, eğitimsizlik, yıllardır yazarım, faşizmi Türkiye'de kapıya getirmiştir.
Fransa sürekli olarak faşizan geçmişiyle hesaplaşır. Türkiye de önemli aşamalar kat ediyor bu yolda. Bu zor bir vadidir. Bastırma, susma, unutma, gizleme işin birer parçasıdır. Ama başka türlü uygar ve demokratik olmak da kabil değildir.
Hele çokkültürlülüğün, çoğulculuğun demokrasinin ta kendisi olduğu bir dönemde hiç!