İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti ama Türkiye'nin ne yazık ki gündeminde şimdiye kadar ciddi yer alamadı bu konu. O nedenle Brüksel'de iki gün önce açılışı yapılan İstanbul Merkezi projesini çok önemsiyorum. Netice de AB nezdinde tanıtım yapmanın yolu iyi iletişim kurmaktan geçiyorsa, İstanbul Merkezi tam da bunu kendine misyon edinmiş olarak karşımıza çıktı.
Bir ay önce Kadın Girişimiciler Derneği'nin (KAGİDER) ofis açılışı için gittiğimiz Brüksel'e, bu kez İstanbul Merkezi'nin açılışı için yolumuz düşüyordu. Tabii ki KAGİDER'in bütçesi kısıtlı olduğundan ofis TÜSİAD binasının içinde yer alabilmişti. Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine Tulu Gümüştekin'in getirildiği İstanbul Merkezi ise İstanbul Büyük Şehir Belediyesi'nin desteğiyle çok daha görkemli bir binanın geniş bir katındaydı. Üstelik iç mimar Merve Gürsel'in eli değmişti. Seçilen objeler çok iyi bir Türkiye tanıtımı yapıyordu. Paşabahçe'den vazolar ve İznik çinileri son derece zarifti. Duvarlar İstanbul'u tanıtan nefis fotoğraflarla bezenmişti.
Laikliğin güvencesi!
Açılışa Avrupa Parlamentosu'ndan çok sayıda önemli ismin katılması dikkatimi çekti. Yapılan konuşmalardan sonra özellikle İstanbul Merkezi Yönetim Kurulu'nda yer alan Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk'in nasıl bir Türkiye ve İstanbul sevdalısı olduğu da ortaya çıktı.
AKP'ye açılan kapatma davası sonrası Avrupa Birliği'nden gelen olumsuz mesajların ardından bu kez Brüksel'de konuşma yapan Lagendijk, Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grubu Başkan Yardımcısı Hannes Swoboda ve J.Marins Wiersma ile AP Genişlemeden Sorumlu Üye Olli Rehn'in konuşmalarındaki yumuşak üslub dikkat çekiciydi.
Hepsi de söz birliği etmişçesine kapatma davasına üstü kapalı yorumlar yaparak, Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinde reformların son derece önemli olduğuna söyleyip durdular.
Laikliğin bir numaralı gündem maddesi olduğu Türkiye için belki de Olli Rehn'in kullandığı 'demokratik sekülarizm' yani demokratik laisizm ifadesi en dikkat çekici cümlelerden biriydi. Rehn, 'Katılım süreci, (demokratik) laikliğin garantisidir' derken, aslında üstü kapalı da olsa parti kapatmaya sıcak bakmadıklarını dile getiriyordu. Ama tabii laiklik vurgusu da yapıyordu. Rehn, laiklik yerine demokratik sekülarizm ifadesini kullandı, biz gazeteciler bu yeni ifadeyi tartışırken, usta gazeteci Mehmet Ali Birand, 'yeni jargon bu' yorumunu yaptı. Milliyet'ten arkadaşım Kadri Gürsel ise demokratik sekülarizm'in Türkçe'ye bire bir taşınmasının doğru bir yol olduğu görüşünde ısrar etti.
Bugüne kadar AB'de pek çok müzakere sürecinin içinde yer alan Joost Lagendijk'in tavsiyesi ise bence AB'ye üyelik sürecinde AB kamuoyunun ikna edilmesi yönünde en somut öneriydi.
Lagendijk dedi ki, AB'de Türkiye'nin üyeliğine tamamen karşı olan bir yüzde 25 var. Bir de taraf olan yüzde 25. Siz, ortada olan ve Türkiye'nin üyeliği konusunda tam net bir fikri olmayan yüzde 50'yi iknaya bakın. Bu insanları inandırabilirsiniz.
O yüzden her zaman karşı olmak için bir sebebi olan yüzde 25'i ikna etmek için vakit kaybetmeyin. Boşverin.
İşte bu yüzden, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti olma arifesinde, İstanbul Merkezi'nde düzenlenecek her sergi, her konferans, her toplantı büyük işler başarabilir. Orhan Pamuk ve Elif Şafak'la İstanbul Merkezi'nde yapılacak olan küçük bir toplantı, çok daha fazla Türkiye sempatizanı yaratabilir.
Hatta, Yönetim Kurulu üyeleri arasında yer alan Bilgi Üniversitesi'nin kurucu ismi Oğuz Özerdem'e göre sergiye bile gerek yok, ne kadar çok insanla bu merkezde bire bir görüşmeler ayarlanıp, Türkiye'den önemli isimlerle bir araya getirilirse o kadar çok Türkiye tanıtımı yapılacak.