28 Şubat davasından tutuklu emekli Kıdemli Albay Alican Türk, özgürlük hâkimlerine bir mektup göndermiş. Malum özgürlük hâkimleri, davanın esasına girmeden, sanıkların tutuklu ya da tutuksuz yargılanmalarına karar veriyor. Mektubun bir nüshasını da bana iletti. Yazdıklarının, cezaevindeki askerlerin ruh halini değerlendirmemize yardımcı olacağını düşünüyorum.
Alican Türk'ün mektubundan satır başları: "
Bütün masumiyetime rağmen, yaşadıklarıma hayıflanmıyorum; Mustafa Kemal Atatürk'ün bir zabiti olarak, böyle bir dönemde hapiste olmaktan onur duyuyorum.
TSK'nın pasifize edilmesi sürecinde, -Ergenekon ve Balyoz'dan sonra- sacayağının üçüncü parçası olarak nitelediğim 28 Şubat soruşturması sürüyor.
Sırf süreci uzatabilmek ve "Kahrolası darbeciler"i mümkün olduğunca içeride tutarak ilgili hedef kitlelere mesaj verebilmek için, iddianame olabildiğince geç çıkmalıydı; öyle de oluyor.
Soruşturmanın medya, iş çevreleri, bazı sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler üzerinde de yürütüleceği yazıldı çizildi... Ortada bir suç olmadan, sırf zanlarla, örneğin TİSK'in, TOBB'un, Türk-İş'in ya da Hürriyet'in, Milliyet'in yöneticilerini, yazarlarını tutuklamak kolay mı? Kaldı ki onlar, biz askerler gibi boyunlarını kuzu kuzu giyotine uzatırlar mı? Birinin tırnağına dokunulsaydı, ne kıyametler kopardı kim bilir!
Darbe yaptığı iddia edilen TSK'nın başındaki komutan, yani Karadayı Paşa adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakılırken, Karadayı Paşa'dan aldığı emirleri uygulamaktan başka bir iş yapmayan "maiyetini" ısrarla hapiste tuttunuz. Sırf bu yaklaşımınızın bile, sizi tarih önünde ayıplı bir konuma düşüreceğini belirtmek isterim.
Kemal Gürüz dahil, hepsi kendiliğinden gelip teslim olmuş insanlar için, aylık kararlarınızda "kaçma şüphesi" olduğunu yazdınız; "Delillerin karartılma şüphesi"nden söz ettiniz. İnsaf! Aradan 16 yıl geçmiş bir olayın hangi delil karartması?
Batı Çalışma Grubu'na ilişkin kroki ve şemayı ilk defa gördüğümü söylememe ve telefon ağı isim listesi olarak gösterilen listedeki telefon numarasının bana ait olmadığını, BÇG'ye giriş kartı diye bir kartımın hiç bulunmadığını ifadelerimde belirtmeme rağmen, sanki her şeyi kabul etmişim gibi "Şüphelinin de kabul ettiği" diye başlayıp giden cümlelerinizi okuduğumda şoke oldum. Tıpkı Ergenekon ve Balyoz'dakilerin başına gelenler gibi. Orada da bir sürü insan, suç unsuru gibi gösterilen toplantılara katılmadıklarını, suç isnat edilen tarihte yurtdışında olduklarını... vs söylediler. Kim dinledi?
Bu, hukukla ilgisi olmayan bir siyasi dava; yapay gerekçelerle temellendirilmeye çalışılan açık bir psikolojik harekât faaliyeti. n Önceleri 28 Şubatçıların da Ergenekon ve Balyozcular gibi, Öcalan'a ve KCK'lılara karşı rehin tutulduğunu düşünüyordum. Genel af sürecinin işletilebilmesi için, üst düzey askerlerden oluşan "terörist!" grubun da içeri alınması ve davaların aşureye çevrilmesi gerekiyordu. Şimdi Ergenekon ve Balyozculardan farklı olarak, bizim rehineliğimizin Öcalan ve KCK'lılara değil, Salih Mirzabeyoğlu ve İBDA-C'cilere karşılık olduğunu düşünüyorum.
Başbakan bu davaların tarihsel vebalini iyi bildiği için, tutuklamalarda yargının rolünü ön plana çıkarıp, kendini geriye çekmeye çalışıyor. Onun, içeride uzun süredir yatan askerleri sahiplenen çıkışlarını izleyince, "Ah siyaset, ah Başkanlık, ah koltuk... sen nelere kadirsin" dedim. Hapisteki askerlerin mazlum olarak algılanma oranları kamuoyunda yükselince, söylemler nasıl değişiverdi."